01 Mart 2015 01:00

Sanalda yaşamak

Sanalda yaşamak

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Bir süredir “insan hakları” ifadesinin yaşadığımız zaman diliminde hangi insanlık halini dışa vuran jenerik başlık olduğunu sorgulayıp duruyorum; egomu sağ omzuma koymuşum, onunla tartışıyorum. Sağ omzuma konmuş egom bana sesleniyor, diyor ki, “Yücel, insan dediğin mahluk doğada var olan türlerden sadece biri; sen şimdi kalkmış onun haklarını evrenselleştiriyorsun, dokunulmazlıkla beziyorsun, hiç kimsenin bunları yok edemeyeceği, engelleyemeyeceği bir insanlık halini kurgulamaya uğraşıyorsun. Seni dinleyen sanır ki, doğada mevcut diğer türlerin her biri tek başına ya da diğer türlerle birleşerek insan türünü köleleştiriyor, eziyor, sömürüyor, kendi kaderini belirlemesinin önünü tıkıyor, evrimin dışına itiyor ve onun evrenden silinip süpürüleceği anı gözlüyor. Buna karşı insan türü de kendini diğer türlerin saldırısına karşı ‘evrensel olan, yani evrenin parçası kalabilmek için olmazsa olmaz haklarının’ mücadelesini yürütüyor...Yahu insanın bugünkü halini belirleyen başka türlerin tasarımları değil, insanın bizzat kendisi. Savunduğun hakları yok eden insan olduğuna göre, ne diye yok olmamasını savunduğun haklara ‘insan hakları’ diyerek sanki sorumlu olanlar onlarmış gibi evrendeki diğer türleri töhmet altında bırakıyorsun?”
Egoma cevap vereceğim, gözüm televizyonda, tartışma kızışmış katılımcılardan bazıları programı terk ediyorlar; egomu omzumdan atıyorum, onunla sonra didişiriz, tartışma konusuna gecikerek kulak kabartıyorum: Gezi eylemleri sırasında başörtülü bir kadını yanında bebeğiyle Kabataş’ta eşini beklerken  “yarı çıplak, deri eldivenli, siyah bandanalı 70 kişilik erkek grubunun” tartaklayarak bebeğini fırlattığı iddiasının gerçeği yansıtmamasına karşın siyasi yaşamda iktidarın önde gelenleri ve destekleyicileri tarafından sanki olay gerçekten öyle olmuş gibi kullanılması tartışılıyor.
Bu olayda kadının ‘başörtülü’ olması siyasi iktidarın savunuyor göründüğü ‘değerleri’, erkeklerin “yarı çıplak, deri eldivenli, (vb.)”  olmaları bu ‘değerlere karşı’ olanları, yani siyasi iktidara muhalifleri simgeliyor. Siyasi iktidar söylenti kurgulayarak ve söylentiyi yaygınlaştırıp kitleselleştirerek, ‘başörtünün’ simgelediği ‘değerleri savunanlarla’, ‘yarı çıplak erkeklerin’ simgelediği ‘değerlere karşı olanları’ çatıştırmayı hedefliyor. Onun amacı kadını korumak ya da kadın haklarını tahkim etmek değil, söylentiyi gerçek tanısıyla yaygınlaştırabilmeyi başarıp, taraftarı olan kitlelerin bu söylentiyi gerçekmiş gibi yaşamalarını sağlamaktır.
Despotizm muktedirlerinin, savunucularının, yazar çizer konuşur propagandacılarının insanı imha siyasetlerinde kullandıkları en önemli ve etkin taktiklerin başında “Söylentiyi gerçek gibi kabul ettirmek, gerçekmiş gibi yaşanmasını sağlamak” siyasetidir. Bu siyasi çizgi başarıyla uygulandığında “suikast” söylentisi, “casusluk” söylentisi, “darbe” söylentisi, “vatana ihanet” söylentisi, “din düşmanlığı” söylentisi kitlelere gerçek olarak algılatılır; söylentiyi gerçekmiş gibi yaşayan kitleleri saf dışı bırakmak istediğiniz, korkutup sindirmek istediğiniz, imha etmek istediğiniz kişilere ya da kitlelere karşı harekete geçirmek kolaylaşır.
Ben bu siyasi çizgiyi “Taraftar kitleleri sanalda yaşatmak becerisi” olarak tanımlıyorum. Sonunda insanın imhasıyla noktalanan bu siyasi çizginin kalıcı olmasını umanların tutunacakları devlet biçimi ‘milli irade’ sloganının vurguladığı faşizmdir. Türkiye halkı despotizmden faşizme geçiş sürecini başlatıp uygulamaya geçmiş iktidarın “sanalda yaşatmak” çizgisiyle karşı karşıya, haklarını savunuyor. Savunduğumuz hakları yok etmeye çalışan güçler evrendeki diğer türlerin bireyleri değiller ki, bu hakları ‘insan hakları’ jeneriğiyle baş tacı edelim. Haklarımızı yok eden, yok edilen hakları kullanmak isteyen insanı imha eden yine insanın kendisi değil mi? “İnsan hakları” yerine “İnsan türünden bireylerin imhacı muktedir insanlara karşı evrensel, dokunulmaz hakları” mı desek acaba? Egom haklı mı ne?
Egomla tartışmayı despotizmden faşizme geçiş sürecini başlatanlara karşı despotizmi yıkıp demokrasiyi kurgulayacak Türkiye halkının başarısından sonrasına erteliyorum. Şu an, hepimiz için ‘yakın tehlike’nin sanalda yaşatılan kişileri, kitleleri birbirlerini imhaya sürükleyecek söylenti kurgulama siyaseti olduğunu düşünüyorum ve hepimizin bu siyasetin karşıtı da olsak, bir parçası haline gelmeden zırhlanmamız gerektiğine inanıyorum.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa