28 Ocak 2015 01:00

Yüz yıl önce hareketin adı spor değildi

Yüz yıl önce hareketin adı spor değildi

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Gündelik hayatın izini sürerken çağa ve nesillere isim koymaya meyilliyizdir. Misal “bilgisayar çocukları” bir dönem revaçtaydı. Peki, fotosel çağı önerisine ne dersiniz?
Çağımız teknolojinin olanaklarını da kullanarak çıktı olarak bizlere hareketsizliği reva görüyor. İnsanın var oluşundaki engellenemez hareket iradesini rehin alıp, hareketin simülasyonunu gerçekmişçesine kullanıma sunuyor. Televizyon, bilgisayar, digital oyunlar, cep telefonu, akıllı telefonlar ve daha nicesi. Tüm bu teknolojik olanaklar sınırlı da olsa insanın hareketini tümden engellemez, sadece sınırlar. Oysa fotosel insan soyuna mutlak hareketsizliği vaat etmektedir.
 Ayrı odada uyuyan bebeğinin yanı başına ve kendi yatak odasına tüm gece açık cep telefonunu bırakan anne baba duydunuz mu hiç? İnanamıyorum demeyin sakın. Sabit ücrete sınırsız cep telefonu hizmeti reklamlarının gündelik hayata tercümesi böyle olabiliyor ne yazık ki! Oysa insan soyu var oluşundan beri bebeğinin sesine duyarlı, her an tetikte uyuyan anneliğe tanıklık etmiştir. Bunun adı hamilelikte alınan yedek kiloları geri vermedir aynı zamanda.
Oysa gerçekliğinden teknolojik olanaklar ile koparılmış anne ve bebek ilişkisi hareketsizliği dayatır anneye. Doğanın kodları bebeğine süt veren anneye yedek enerji deposu olarak emanet etmiştir fazla kiloları. O emanet fazla kilolar her ağlayışında yatağından kalkan, bebeğini yeniden uyutmak için enerji harcayan anne için kodlanmıştır özünde.
 Son yapılan araştırmalar özellikle çocuklarda hareketsizliğin tehlikeli düzeylere ulaştığını gösteriyor. 10 yaş altı çocuklarda % 50, 11 yaş üzerinde % 70 olarak saptanmış ülkemizde bu oran. Düşünebiliyor musunuz, daha iyi bir okul uğruna çalışma masasına mahkûm ettiğimiz çocuklarımızın her on tanesinden yedisi hareketsiz bir yaşamın girdabında. Peki, neden iyi bir okul arzusunda aileler? Yanıtı basit bu sorunun: ‘Daha iyi bir iş için gelecekte’. Öyleyse onlara neden çocuk işçi değil de öğrenci diyoruz?
Sermayeye “daha iyi ve uslu işçi” yetiştirmek için istisnasız tüm erişkinler canlarından çok sevdikleri çocuklarına hareketsizliği ve doğal olarak ileri yaşlarında daha fazla şeker hastalığı, kalp hastalığı, yüksek tansiyon, erken yaşlarda felci reva görüyorlar hiç fark etmeden: Bunu adı TEOG sınavı!
Hayallerimiz nasıl öleceğimizin uyarı sistemidir belki de, ne dersiniz? Bu ülkede yetmişli yıllardan başlayarak öncesinde ev sahibi olan emekli adaylarının hayali pek benzeşirdi: Denize en yakınından bir yazlık sahibi olmak! Sakinlik, dinginlik ile hareketsiz bir yaşamı o kadar karıştırıyoruz ki!
Geçen hafta poliklinikte yeni emekli olmuş eski bir hastam yaşlılık hastalıklarının panzehirini özyaşam deneyimi üzerinden paylaştı. Şeker hastasıydı ama kan değerleri son derece olumluydu. Fazla kilolarını vermişti. Üstelik geçmişte kullandığı şeker ilaçlarının hem sayısı hem de dozları azalmıştı. Nasıl başardın diye sormadan kendisi anlatmaya başladı: “Altı ay önce emekli olunca sahilde değil de denizi uzaktan gören bir köyden yazlık niyetine ev aldım. Bununla yetinmeyip bir düzine de koyun aldım. Onların çobanlığını yapmak bana hayatımı yeniden hediye etti. Yüksek tansiyonum normalleşti, şekerim oldukça iyi seyrediyor, kolesterol düşürücü ilaç kullanmama gerek kalmadı.”
 Hastamın deneyimi modern tıbba bir şamar gibi indi diyebilirim. Biz hekimler spor yap derken ister istemez bir tüketici profili yaratıyoruz. En basitinden koşu ayakkabısı, mayo, futbol topu, kondisyon aletleri, spor merkezlerine ücretli üyelik vb…
Oysa doğa, sağlıklı yaşam, daha az hastalık ve hatta kimi hastalıklardan sıyrılabilmek için binlerce yıllık yaşam pratiğini hatırlamanın spor niyetine yeterli olacağını fısıldıyor kulaklarımıza. Ve o yaşam pratiğinde fotosele yer yok.
 Sağlıcakla kalın.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...