17 Kasım 2014 01:00

Varolanı savunmaya itilirken

Varolanı savunmaya itilirken

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Tarihin her döneminde kadınlar iktidarlarca kontrol edilmesi zorunlu görülerek, zapturapt altına alınmaya çalışıldı. Kadınlar ise bu köleleştirme hamlelerine karşı özgür yaşam mücadelesi ile elde etti kazanımlarını, kazanım tarihimiz o mücadelede kimin nerede durduğuyla yazıldı.  
Bugün, ne yazık ki kazanımlarımızı ilerletmeye değil, varolanlardan vazgeçmemeye zorluyor yaşananlar bizi.
Üstelik bu, sadece bizim coğrafyamız için geçerli değil. Tüm dünyada kadınlar elde ettikleri kazanımlarını ilerletmek için değil “varolanı savunmak” için pozisyon almaya itilmiş durumda. Kadınların bedensel haklarının, eğitim ve sağlık hakkının, en basit hak olan seçme ve seçilme hakkının, hatta ve hatta en temel hak olan yaşam haklarının bile gerici iktidarlar ve güç odakları tarafından tartışmaya açıldığı, bunun da “modernizmin evrenselliği yerelin özgünlüklerini görmüyor” diyerek meşrulaştırılmaya çalışıldığı bir karanlık dönemden bahsediyoruz.
Bu tablo karşısında artık naif bir “kadın hakları savunuculuğu” işe yaramaz.
Artık kadına yönelik şiddetle mücadelenin gericiliğe karşı politik bir mücadelenin de alanı olduğu ayan beyan ortada. “Şiddete karşıyım” demek yetmiyor yani, “gericiliğe de karşıyım” demek gerekiyor beraberinde.
Toplumsal hayatın her alanı dini kurallarla ve gerici zihniyetle dizayn edilmeye çalışılıyorken, bu dizayn kadınların toplumsal hayatın dışına itilmesi, orada da itilip kakılması sonucunu beraberinde getiriyorken… Şiddetle mücadele, erkek egemenliği ile mücadele, o da dinci, gerici, totaliter iktidarın dayanaklarıyla mücadeledir aynı zamanda. “Erkek egemenliğine karşıyım” demek de yetmiyor yol ayrımında doğru yolu tutmak için. Erkek egemenliği ile gericiliğin arasındaki “sağ kol” ilişkisini, erkek egemenliği ile kapitalizmin ayrılmaz bağını da ortaya koymak gerekiyor.
İlginçtir, daha 2 yıl önce Ortadoğu Kadın Konferansı’nda hem emperyalist, neoliberal küresel şiddetin hem köktenci şiddetin gündelik hayatlarına, bedenlerine çöktüğü Ortadoğulu kadınların bir kısmı “gericiliğe karşı mücadele kadın mücadelesinin temel eksenlerinden biri olmalıdır” dediğinde bir huzursuz kıpırdanma oluşmuştu salonda. “Vay efendim gerçek bir laiklik mücadelesi nasıl olur da kadın mücadelesinin temellerinden biri olur, o laiklik değil midir kadınların özgürlüklerini kısıtlayan…” sözleri kendine rahat bir yer bulmuştu. Çok geçmeden bugün Rojava’da, Tunus’ta yaşanan, Mısır’da kıpırdanan, Afganistan’da öteden beri gördüğümüz kadın mücadelesinin olmazsa olmazlarından biri olarak karşımıza çıkan gericiliğe, köktenciliğe karşı mücadele ekseninin nasıl da hayat memat meselesi olduğunu gördük.
Bugün Türkiye’de de bir hayalet olarak değil etiyle kemiğiyle dolaşan tartışma, bu derece “hayat memat” meselesi.  
Türkiye’de kurulan “fıtrat gereği eşitsizliğe dayalı” yeni cinsel rejimin kadınlar üzerinde günlük, sıradan, sistematik ve dokunulmaz bir tahakküm ve şiddet anlamına geldiği ortada. Hayatımızı karabasana çeviren tüm kadın düşmanı anlayış ve uygulamalara, şiddetin en büyüğü olan savaş ve militarizm diline, baskı ve sindirme politikalarına sarılan iktidarın nasıl bir karanlık zihniyetin taşıyıcısı olduğunu, bu karanlık zihniyetin karşımıza nasıl türlü türlü çıkabildiğini yaşayarak görüyoruz.
25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele ve Dayanışma Günü’ne giderken, itildiğimiz bu “savunma pozisyonu”nda karanlığa karşı biraradalığımızın zemininin politik bir zemin olduğunu unutmamalı.  Herkesin kendi meşrebince “kadın hakçı” olduğu bir atmosferde kadınların mücadele birliklerini bölmeden ama hedefe de doğru şeyleri koyarak ilerlemek zor iş. Ama olmazsa olmaz. Tarihin yol ayrımlarında insanlığın sahip olduğu mirası geriye değil, ileriye götürmeyi zorunlu kılan kadın özneliği bu zor işi pek çok kez başarmış tarihte. Yine başarır elbet.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...