13 Kasım 2014 01:04

Bir masal anlatıcı

Bir masal anlatıcı

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Partisinin grup toplantısında konuşan A. Davutoğlu; “vizyon sahibi ülke”nin “devletin ve hükümetin makro stratejik planlamasıyla, şirketlerin planlamaları arasında bütünlük”ten başı dönmüş halde, bölgeye ve dünyaya “baş olmak”tan bile söz etti. “G20 zirvesi“ ile “2023 Türkiye’sine gidiş” arasında bağlar kurarak, Türk şirketlerinin  “AB’de ortaya çıkan yeni tabloyu değerlendirerek … orada etkin rol üstlenmeleri”nin önemi üzerine vaaz verdi. “Bütün iş dünyamıza sesleniyorum, yeni üretim hamlesinin en önemli yeri yakın havzalardır. Bu çerçevede, çevre havzalarda Ortadoğu’da balkanlarda Orta Asya’da siyasi istikrarsızlıklar ne olursa olsun, buralarda kesinlikle Türk ekonomisiyle bu havzaların bütünleşmesi çabalarını geliştireceğiz. Bu ay Irak’a gideceğim. Aralık başında Yunanistan ile yüksek düzeyli işbirliği konferansı düzenleyeceğiz. Aynı şekilde Putin de aralık başında Türkiye’ye gelecek.” diye, üç kuruş için memleketi satmaya hazır zevattan olanları memnun edecek bir “pembe tablo” çizdi!

O’na göre, partisi ve hükümetinin siyasal tekeli “demokrasinin kökleşmesi”nin göstergesi; AKP “bu demokratik istikrarın garantörü” idi. Maddiyatçılığın daniskasını yapan Başbakan, “Siyasi istikrar ile ekonomik kalkınma arasındaki yakın ilişki”den söz ederek, “2015 seçimlerine giderken kısa dönemli popülist ekonomik gelişmelerin içinde olmayacağız” dedi ve işçi sınıfı ve emekçi kitlelerin iyileştirme beklentilerine böylece ret yanıtı vermiş oldu. Bunu ama, sanki halk kitleleri, bir parmakları kaymak, diğeri balda, her tür ihtiyaçlarını karşılayacak bir gelişmeyi yaşayacaklar gibi, öylesine “ballandırarak“ söyledi ki, şüphe için “imansız olmak” gerekirdi! Öyle ya, “üçüncü alan olarak” Afrika, Latin Amerika, Doğu Asya açılımları seçilmiş; “daralan Avrupa piyasalarının getirdiği problemleri aşmak için”, bu “yeni bir ekonomik açılım havzası” belirlenmişti; “Geçici değil, kalıcı” olunacaktı! “1 Aralık’tan itibaren Dünya ekonomisinin direksiyonu Türkiye’nin elinde olacak”tı!

Davutoğlu gürledi, ama bir eksiği vardı: ne mehter takımı marş çalıyordu; ne de AKP meclis taburu “Bütün dünya Türk İslamı’nın olacak!” naralarıyla dışarıya taştı. Oysa Başbakan, “Türkiye hem dünyanın en büyük ekonomileri arasında ama aynı zamanda dünyada az gelişmiş ülkelerin yardımcısı koordinatörü konumunda. Bu şu demektir, biz bütün dünyada adaletin vicdanın sesiyiz. Ekonomik eşitsizliklere karşı diyalog kapılarını açacağız“ diye, dünyaya “düzen vermek için seçilmiş olduklarını“ daha önce ilan etmiş büyük güçlerin sözcülerinin söylediklerine benzer şeyler söylüyordu. Ölçüsüz, çoşkun bir “vecd” içindeydi; bu “ulu devlet” ve seçkin parti ve hükümeti, hem ülkede hem de dünyada, nerede bir gerilim varsa onu çözmeye “ahd etmiş”ken, çatışanlar “nihai adımı Türkiye ile atarız” diyorlar iken, yerinde durmak olur muydu? “Yola devam!”

ŞEFİNİN YOLUNDA BİR ‘MUZİP’
Başbakan, “ustası” Erdoğan’ı kıskandıracak denli çok laf etmekle kalmadı; yanlışı doğru; yalanı gerçek; olmamışı olmuş göstermedeki yeteneğiyle de ona layık olduğunu gösterdi. Farkı, muzipliğiydi. Arada, “ulu lider”e özenip sesini yükselterek “rakipler”e gözdağı verip; muhaliflere sopanın en dikenlisini göstermekten kaçınmadıysa da, “barışçılık”; “kardeşlik”; “ulu şehirler”; “ulu cami”ler; “ulu sultanlar” güzellemeleriyle “kalpleri kazanma” golleri atmayı ihmal etmedi. Ne de olsa, hem diyalektikten haberdardı hem de hurafelerin öğrencisi ve öğretmeniydi.  Mevlana’dan Hacı Bektaş Veli’ye; Seyh Edebali’den Osman Gazi’ye; -eğer aklına gelseydi “Hazreti Muaviye” ve Halife Yavuz Sultan diyecekti, unuttu- bir dizi “kişilik”ten söz ederek, “ Tarihte millet de şahit olsun ki, bu medeniyet tohumunu eken bütün bu erenlerin mirasına sahip çıkmak en ulvi görevimizdir” buyurdu. Hacı Bektaş’a gidişini, Alevi-Sünni ayrımı “gütmedikleri”ne kanıt gösterdi; soyut, bilinmeyen ve sadece varsayılan bir ülke ve toplumdan söz ediyor gibiydi.  

TAŞA BALTA SALLAYAN MASALCI
Davutoğlu’nun masalı bayat, baltası kördür. Türkiye’yi, dünya güçler ilişkisi kapsamında ve ekonomik gelişmişlik düzeyi bağlantılı olarak dünya ölçeğinde “düzen sağlayıcı”-“sorun çözücü” güç göstermek, abesle iştigaldir. “Dünya ekonomisinin dümenindeyiz” iddiası, kocaman bir yalandan ibarettir. Bu bir yana, Bölgeye ve dünyaya “düzen vermek”ten söz eden her kapitalist güç, insanı değil, kendi vahşi ve iğrenç çıkarlarını esas alır; bununla övünülmez. Dünyaya “şekil verenler”in önünde diz çöküp, sadece bağıranların durumu, insan ile 99. Kromozomdan ayrışan canlıların durumuna benziyor. Kürtleri “vandal”; Alevileri “çümbüşçü”; hakları için mücadele edenleri “insan bile olmayan terörist” gören; üzerlerine resmi ve sivil silahlı güçleri göndererek etkisiz bırakmak isteyen bir yönetimin temsilcisinin “insan, insan, insan!” diye, insana değer verip bağırlarına bastıklarından söz etmesi için, yalana “iman etmesi” dışında, tutamağı olmamak gerekir. Böyle bir durumla karşı karşıyayız. Din bezirganlarına bakın, hepsi ensesi kalın, hepsi zengin, Erdoğan gibi devlet mevzileri ve olanaklarını kullananlar trilyonerdirler. Kadını karanlığa kapatarak “özgürleştiriyor”lar(!) Alevilik, Yavuz adlı insan kasabından beri, ve tüm cumhuriyet tarihi boyunca da baskı altında tutulmamış gibi; Dersim katliamını gerçekleştiren ırkçı şovenist devlet bugün de aynı politikada ısrar edip öteki ulus ve ulusal topluluklara karşı inkarı sürdürmüyormuş gibi, ve “kadın da olsa, çocuk da olsa” haklarından gelinecek denerek sokaklarda insanlar katledilmiyormuşçasına, ayakları havada konuşuyor Davutoğlu. Meydanlarda Aleviliği yuhalatan kendi şefi değilmiş ve Berkin Elvan gibi bir çocuğu katleden polisler kendi şefi tarafından “kahraman” ilan edilmemişler gibi konuşuyor. “Biz zalime zalim deriz, mazlumun da yanında dururuz” derken, kör baltasına bakıyor! Bir zalim başka zalimlere “zalim” derken, zalimlikten çıkmaz! Hükümetlerinin baskı ve sömürü politikalarına direnenleri “hain” ve “terörist” ilan etmek; üzerlerine silahlı güçleri sürmek; öldürmek ve yaralamak zalimlik değilse nedir? Davutoğlu, 12 yıllık devri iktidarlarında 14 bini aşkın işçinin iş cinayetlerinde katledildiği bir hükümetin masalcı başıdır, anlatıcı. Herkesi fişlenmiş; ya itaat edilir ya da cezalarını çekerler anlayışıdır hakim olan. Durmadan lafı edilen ve sandıkla eşitlenen demokrasi, halk açısından karşılığı olmayan bir iktidar oyuncağından ibaret. Milyonlarca işsizin, on milyonlarca yoksulun bulunduğu bir ülkede 1 milyon 370 bin dolara(eski para ile bir katrilyon 370 trilyon), “ulu sultanlar”ın güncel tilmizine saltanat sarayı yapmak devlet hırsızlığı, soygunculuğu, ve zalimlik değilse nedir?

Davutoğlu’nun masalları üç yaş grubu çocukları dahi aldatamayacak denli banaldir.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa