İdealleri de öyle değil miymiş?
Fotoğraf: Envato
Tarihi Amerikan filmlerinden öğrenenler, yani herhalde hiç az olmayan sayıda insan, İkinci Dünya Savaşının Yahudileri öldüren bir deliye karşı Amerikalılar tarafından verildiğini sanır. (Yönetmeni Fransız olan) bir Kapıdaki Düşman’a karşı yüzlerce “Batı Cephesi” filmi Amerikalıların nasıl Nazileri yendiğini anlatıyor hâlâ. Fury de öyle.
Fury de, Hazine Avcıları gibi, 1945’in nisanına doğru geçiyor. Ama ne kadar eleştirilmesi gerekse de, öteki filmin bir dürüst yanı varmış; en azından emperyalistlerin Batı Cephesi’ndeki yarışının Sovyetler’in Stalingrad’dan beri Doğu’yu temizleyen ilerleyişiyle olduğunu saklamıyordu. Yoksa savaş döneli, Almanlar durdurulalı üç yılı geçmiş, oradan beri Kızıl Ordu savaşa savaşa gelmiş, Nazilerin yenileceğini herkes biliyorkenki Batı Cephesi bu. Hazine Avcıları’nda sanat eserlerini arayan, ince işlerden sorumlu asker grubu, Nazilerden kurtarmaktan çok Sovyetlere kaptırmamanın kavgasını vererek kendini kanıtlamıştı. Fury’de de, Berlin’e kızıl bayrağın dikilmesine bir ay kala, Almanya topraklarında Kızıl Ordu’nun adı bir kez geçmeden savaş anlatma becerisi var.
Olaylar kısa bir zaman diliminde geçiyor. Karakterler, arkadaşlarını kaybede kaybede beş kişi kalmış bir birlik, yeni bir çaylak, bir de tank. İsmini tankın namlusunda yazan Fury kelimesinden alıyor, “hiddet” manasında. Eski askerler yıllardır savaşmaktan epey hissizleşmişler. Yeni eleman ise yazıcı iken birden kendini tankta bulmuş, onun şaşkınlığı içinde. İnsanların öldüğünü görmeye başlayınca hop o da hor gördüğü ilkellere katılıyor: “Sahip olduğum en iyi iş bu”. Tanrı niye böyle yapıyor, var mı yok mu diye tartışan askerler var tabii, tanrıdan ümidi kesenler ve dua etmeyi hiç bırakamayanlar. Derken en Allah’sız görüneni kitaptan alıntı yapınca ne kadar da şaşırmalıyız. Donuk bakışlar, ani saldırganlıklar, savaş filmlerinin en kolay tekrarladığı ne kadar malzeme varsa, bir filmde yan hikaye olsa klişe dersiniz. Burada ana hikaye. O bile denmez.
Bu arkadaşlar bir tanka doluşuyorlar ve birkaç çarpışmadan sonra tankları bozuluyor. Ama tam o durdukları kavşakta, tek başlarına bir SS taburuna karşı direniyorlar, 5’e karşı 300. Böyle kahramanlık hikayelerinin ardında yaşanmış olaylar olduğunu duymaya alışığız seyirci olarak. Ama yok öyle bir şey. Tamamen Yönetmen ve Senarist David Ayer’in hikayesi, ki kendisi senarist olarak birçok işte imzası olan biri. Elini korkak alıştırmamış.
Filmin en bilge cümlesi ise, bir Amerikan çavuşunun ağzından “İdealler barışçıldır, tarih ise şiddet doludur” diyebilmiş. Hayır tarihleriyle ilgili söylediği, sadece Amerikan emperyalizmi için değil, tarihin bütün egemenleri için doğru ya, idealleri de öyle değil miymiş sanki? Seyircisini her an bir savaş cephesindeymiş gibi tutmak, şiddetin, savaşların mutlak olduğu fikriyle mümkündür belki. Oysa savaşın ortasında bile tersini savunmak marifet. Barışçıl ideallere ulaşmak için de savaşmanın mümkün olduğunu en canlı Kobanê’de görüyoruz zaten. Gerçi onu da Amerikalılara mal etmiyorlar mı şimdiden?
- Androidler üç boyutta ne düşler? 06 Ekim 2017 01:00
- Yedi kişilik oyun 01 Eylül 2017 01:00
- Erkeklere gününü gösteren pehlivan 18 Ağustos 2017 01:02
- Etkili ama bilinmeyen bilim kurgu 28 Temmuz 2017 00:15
- Zombilere karşı iki tutum 21 Temmuz 2017 01:00
- Maymun nasıl maymun oldu? 14 Temmuz 2017 00:15
- Sürüden ayrılanı kamera kapar 07 Temmuz 2017 01:33
- Ey ruh, sen kimsin? 30 Haziran 2017 00:52
- Karanlık Çağ’da vampirlere karşı 08 Haziran 2017 23:52
- Genç Karl Marx: Bir başlangıç 19 Mayıs 2017 01:00
- Kaygı'yla gerçeği hatırlamak 12 Mayıs 2017 00:30
- Beyazlar Afrika'da neler çekmiş 05 Mayıs 2017 00:59