16 Ekim 2014 00:07

Çözüm süreci ve baskı yasaları

Çözüm süreci ve baskı yasaları

Fotoğraf: Envato

Paylaş

AK Parti hükümetleri, Gül dönemi hariç tutulursa, sık sık tehdit dilini kullanmaktaydı.AB süreci olarak nitelendirilen zaman dilimi (2000-2004), katılım müzakerelerinin başlangıcına değin (3 ekim 2005), Kopenhag siyasi kriterlerini karşılamaya dönük reform beklentileriyle geçti. Sonra da AB İlerleme Raporlarına da yansıyan 2006 ve 2007 yıllarındaki duraklama ve yer yer geriye gidişler gözlendi. (2006 yılında DGM yasasında savunma hakkına getirilen kısıtlamalar, 2007 yılında polisin silah kullanma yetkilerine ilişkin düzenlemeler, örnek olarak gösterilebilir).
AK Parti hükümetleri sonraki yıllarda da pek çok yasa çıkardı. Hakları ve özgürlükleri kimi zaman sınırlandıran, kısıtlayan yasalardı bunlar;  kimi zaman da ilerleten, genişleten.Yani AK Parti hükümetleri hep kötü yasalar (Hakları ve özgürlükleri kısıtlayan) ve hep kötü uygulamalar (Hakları ve özgürlükleri ihlal eden) içerisinde değildi. Erdoğan’ın üslubu ise gerilime, kutuplaşmaya yöneliyordu. Haklar ve özgürlükler bakımından tehdit  hissi uyandıran, ürkütücü olabiliyordu. Dil otoriterdi ve otokratik yönelimler, eğilimler çok sık gün yüzüne çıkıyordu. Bu karmaşık, karışık durum, Türkiye’nin yönelimlerinin ne olduğu sorusunu da sormayı gerektiriyordu.
Demokrasiye mi otokrasiye mi gidiyoruz? Doğrusu ben, Erdoğan’ın üslubunu ayırıyor ve  hâlâ makro ölçekte Türkiye’nin genel yöneliminin AB süreci ile başlayan (Aralık 1999 Helsinki kararları ile başlayan süreci kastediyorum) sürecin konjonktürel gerilemeler yaşasa da demokrasiye doğru evrilme süreci olduğunu düşünüyorum. Fakat bu genel yönelimle sık sık çelişen adımların atılmakta olduğunu ve sapma riskinin büyümekte olduğunu da değerlendiriyorum.
Hükümet demokrasi ve insan hakları standartlarını yükseltme bakımından fazlasıyla mütereddit ve isteksizlik göstermeye başladı. Eskisinden daha fazla özensiz, daha fazla dağınık ve daha fazla sorunların esasına girmek yerine etrafında dolanır oldu. İnsan hakları standartlarını yükseltmede işleri eskisinden daha fazla ağırdan almaya başladı.Üstelik AB sürecinde bazen attığı geriye doğru adımları çoğalttı ve sık sık geriye doğru adımlar atar oldu. MİT Yasası, HSYK Yasası, İnternet Yasası örneklerinde olduğu gibi…
Çözüm süreci konusunda da işleri ağırdan alan bir tarzı benimsedi hükümet.
Şu sıralar  kapsamlı baskı yasaları hazırlığı içerisinde olduğunun işaretlerini verdi. İki gün önce “Hakimler ve savcılar kanunu ile bazı kanun hükmünde kararnamelerde değişiklik yapılması hakkında yasa teklifi” ile tehdit suçunda, arama usulünde ve kararlarında, el koyma konusunda, iletişimin tespiti ve avukatların dosya incelemeleri konularında hakları ve özgürlükleri kısıtlayan değişikliklere gidiyor. Hükümet bununla da yetinmiyor. Hak ve özgürlüklerin genişletilmesini talep edenlere yeni güvenlik paketlerinin yolda olduğu cevabını veriyor.
Halbuki durum şudur ve denklem şöyle kurulmalıdır: Türkiye’nin anayasal ve yasal sistemi çatışma üreten, otoriter ve yer yer totaliter özellikler taşıyan bir sistemdir. Başbakanın sözünü ettiği kamu düzeni, insan hakları ve temel özgürlükleri tanıyan, kullandıran, koruyan ve geliştiren bir düzen değildir. Tam tersine merkezinde devletin bulunduğu, yasakçı, tekçi, adil olmayan, ayrımcı bir düzendir.
Mevcut kamu düzeni korunmamalı, tersine değiştirilmelidir. AİHM “Avrupa kamu düzeni” kavramı için, bu düzenin AİHS’ye dayanmakta olduğunu belirlemiştir. Türkiye’deki kamu düzeni de 12 eylüle dayanmaktadır. Onun anayasası ve yasaları çerçeveyi çizmiştir, ve hâlâ bu düzen geçerlidir. O halde yapılması gereken bellidir: Bu sürekli çatışma üreten anayasal ve yasal çerçeveyi (kamu düzenini) özgürlükçü, eşitlikçi, adaletli bir düzenle değiştirmek!

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa