10 Ekim 2014 00:07

'Cadı avı'nı kapan erkekler

\'Cadı avı\'nı kapan erkekler

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Uyarmamak olmaz, Kayıp Kız’daki çeşitli düğüm ve dönüm noktalarını ele vermeden film hakkında konuşmak mümkün olmayacak. Pek sürpriz sayılmasa, göstere göstere gelse de, tadı kaçar diye düşünenlerin baştan haberi olsun.
Biz savaşın ölen tarafında olduğumuz için olmalı, Amerikalıların korkularını bile anlamak kolay değil. İsimden de anlaşıldığı üzere, filmin başında bir kadın kayboluyor ve böylece, bir halkın en büyük korkusu ortaya çıkıyor; güvenli evinde huzur içinde otururken, nereden geldiği belli olmayan saldırganların çıkıvermesi! Yerlilerin topraklarındaki işgal ve soykırımdan, yani “Amerika’nın keşfi”nden beri aynı travma, kendine ait olmayan toprakta güvende hissedememe. Kayıp vakası da, kaçırılan kadının meşhur çocuk kitabı kahramanı “Muhteşem Amy” olmasının da etkisiyle, yüzlerce gönüllünün katıldığı, belediyenin, polisin, halkın hep beraber arama bulma çalışmaları yürüttüğü bir kampanyaya dönüşüyor kısa sürede. O kadar insanın Amy için toplanıp da, ne birini suçlaması, ne polise baskı yapması, ne başka güvenlik önlemleri talep etmesi, belki sadece bize tuhaf geliyordur. Medya biraz daha tanıdık.

SIKI BİR GERİLİM

Monotonlaşmış bir evlilikleri olan yazamayan yazar adam ile bütün gün kitap okuyan mutsuz zengin kadını şöyle bir tanıyıp, beşinci evlilik yıldönümlerinde kadının kayboluşuna tanık oluyoruz. Adam “yapmadım” diyor, yemin billah ediyor, yavaş yavaş ne duygusuzmuş, karısını da aldatmış öğrense de, seyirciye gene de inandırıcı gelen bir şekilde. Ama belli ki böyle vakalar üstüne uzmanlaşmış, öfkeli bir televizyoncunun eline düşünce, memleketin kendisine düşman oluşuyla baş etmek zorunda kalıyor. Evdeki birkaç boğuşma izi dışında ortada kanıt yokken, henüz cesedi bulunmamış, öldüğü belli olmayan karısını öldürmediğini ispatlamak onun sorunu oluveriyor. Giderek başka ayrıntılar ortaya çıktıkça, işin içinde bir iş olduğu daha da netleşiyor. Amy, kendi kendini kaçırmış.
Film aslında bundan sonra başlıyor bir yerde. İyi bir okur olduğunu bildiğimiz Amy, en ince ayrıntısına kadar kendi ölümünü planlamış, kocası Nick’i suçlu göstermek için sigorta poliçesinden kredi kartı harcamalarına kadar her ipucunu tasarlayarak yerleştirmiş. Artık bu ortaya çıktıktan sonra hikaye, planın ayrıntılarındaki akıl ve karşılıklı hamlelerle zekice kurulmuş bir polisiye gerilim filmi. Atmosferden ve oyuncu seçiminden başlayarak Ben Affleck’ten bile istediği performansı alan yönetimin etkisiyle iki buçuk saatlik seyir epey kolay ve zevkli geçiyor. David Fincher’ı bilenler, yönetmenin Yedi’den Oyun’a, Dövüş Kulübü’nde Zodiac’a, Ejderha Dövmeli Kız’dan Benjamin Button’a atmosferi ve her dönüm noktasına kadar başarıyla ayarladığı gerilimi tanıdık bulacaktır. Ama filmin en büyük problemi, cinsiyetçiliği tüm ihtişamıyla her anına sızarken bu tadı almak epey güçleşiyor.

NEREYE BAKSAN MASUMLAR

Biz bayağı şunun filmini izliyoruz çünkü: Aile içi şiddet, tecavüz, cinayet hepsi kadının yalanları; erkek sadakatsiz, düşüncesiz ve salak olsa da, masum. Yönetmeni de kadın düşmanı olarak bilmiyoruz, uyarlandığı romanın kadın yazarı Gillian Flynn de öyle bir şey olmadığını söylüyor. Bunu, kadının güçlü bir karakter olduğu, alışıldık kalıbı tersine çeviren bir hareket olarak savunanlar var, ama filmin duruşunun orada olmadığını gösteren veri çok ne yazık ki. Gerçek bir aile içi şiddet vakasıyla en küçük karşılaştırma taşları yerli yerine oturtabilirdi, ama filmdeki tek örnek, yargısız infaza uğrayan bir masum adamla hain planlar yapan karısı, milyonlarca şiddet gören kadının tam tersine. Kadın yalancı ve hasta değil de, hakikaten şiddet mağduru olup da böyle bir cezalandırma yolu benimseseydi, işin rengi başka olurdu. Oysa medyanın ve yaratılan kamuoyunun tavrında başından sonuna kadar gördüğümüz şey, aldatma, kredi kartı borçları, ekonomik bağımlılık gibi şiddet bahsinde ilk akla gelen gerekçelerin de tek tek çürütülmesi. “Bazen” de kadınların gerçekten şiddet görebileceğini söylememenin, kabul edilir tarafı yok. Hemen akla, Vinterberg’in geçen yılki Oscar adayı Onur Savaşı’nı getiriyor, çalıştığı okuldaki bir küçük kız çocuğu tarafından tacizle suçlanan ama aslında masum olan adamı anlatan. Şiddet de taciz de zaten ortaya çıkması, inandırması zor şeylerken, gerçekte olmayan şiddet hikayelerine neden gerek duyuyorlar, sormak lazım. Cadı avı gibi, kadınları hedef aldığı adından belli olan bir kavrama bile mi erkekler elkoyacak?
Kadın düşmanlığı tartışmasından kaçması kolay değil. Ama kaçsa medyaya yönelttiği eleştiri filmin dikkat çekici bir altmetni olabilirdi. Bizdeki örneklerini epeyce andıran televizyon programları, her seferinde bir cadı avı başlatıp birini aşağılaya aşağılaya reytingini artırıyor. Filmin bir eleştirisi varsa aslında medyayı da kapsayarak, her duyduğuna inanma ve anlamadan dinlemeden girişme eğilimini hedef alıyor olmalı. Buna içlenmemek elde değil, hele Goebbelsciliğin bugünkü anavatanında. O kadıncağızın yapacağı manipülasyondan ne olur?

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa