11 Eylül 2014 00:45

İş cinayetleri

İş cinayetleri

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Türkiye, işçi sağlığı ve güvenliği hakkı bakımından, diğer pek çok sosyal hak bakımından olduğu gibi, dünya ülkeleri sıralamasında sonlarda yer alıyor. İnsan haklarının medeni ve siyasi haklar olarak nitelenen haklar kataloğu düşünüldüğünde (işkence yasağı, kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı, adil yargılanma hakkı, inanç özgürlüğü,ifade özgürlüğü, toplanma özgürlüğü gibi) nasıl geri bir ülkeyse- ve elbette  demokrasi ölçütleri bakımından da- ekonomik ve sosyal haklar bakımından da öyle gerilerde yer alıyor.

İnsanların hakları ve özgürlükleri tanınırsa ve hakların ve özgürlüklerin gerektirdikleri yerine getirilirse, Türkiye’nin sıralamadaki yeri de değişir.

Bu geri-ileri meselesi ülkelerin cari sisteminin yurttaşlarına  verdiği değerle alakalıdır.

Türkiye’yi yönetenler 189 İLO Sözleşmesinden yalnızca 54’ünü onaylamış.Mesela en çok “iş kazasının “ olduğu inşaat iş koluyla ilgili 167 nolu Sözleşmeyi onaylamamış.

Çok uzaklara gitmeye gerek yok.Başbakan yardımcısı Bülent Arınç pazartesi günü yapılan Bakanlar Kurulu toplantısından sonra açıkladı. Son beş yılda meydana gelen iş kazalarında 1714 işçi yaşamını  yitirmiş. Sadece 2014 yılı istatistiklerine göre şu ana kadar 272 işçi yaşamını yitirmiş.

Kaza mı dediniz? Biz bu durumu “iş cinayeti” olarak niteliyoruz.

Durum böyle nitelendirilmeyi hak ediyor. 

Niye böyle düşünüyoruz?

İnsan hakları hukuku bakımından devletlerin yükümlülüklerini AİHM iki tür yükümlülük olarak tasnif ediyor. Negatif yükümlülük ve pozitif yükümlülük.Negatif yükümlülük ihlal etmeme yükümlülüğüdür. Söz gelimi, işkence yasağı bakımından  işkence yapmamak gibi, yaşam hakkı bakımından, yargısız infaz yapmamak gibi yükümlülükler bu tür yükümlülüklerdir.

Bir de pozitif yükümlülükleri vardır devletlerin. Koruma, önleme yükümlülüğü diyebiliriz bu tür yükümlülüklere. Denetim yükümlülüğü de buna dahildir.Demek ki, özel sektör/kamu sektörü, sendikalı işçi, sendikasız işçi, taşeron personeli/müteahhit personeli ayrımı yapmadan, devletin pozitif yükümlülükleri var.

Devlet bu tür yükümlülüklerini yerine getirmezse, insanları “doğa durumu”nda bırakıyor demektir. Hobbes’in Leviathan’ında anlattığı gibi…

Doğa durumunda hak , kuvvete göre belirleniyor,  hukuka göre değil.Yani işçi ile patronu baş başa bırakıyorsunuz ve patron, “en fazla kâr”  için en riskli işleri işçiye yaptırabiliyor.Maden ocağında da, göğe yükselen inşaat işçilerinde de böyle oluyor.

Devlet işverenin pençesine atmış oluyor işçiyi. Hak- hukuk işverenin insafına bırakılmış oluyor. Elbette mevcut hukuk düzeninin insan hakları ve özgürlükleri bakımından sayısız eksikleri, açıkları, gedikleri var, bunu biliyoruz. Devletin ayrıca yasaları insan hakları hukukuna uygun hale getirme yükümlülüğü var. Ancak mevcut yasal durumda bile işçiler kurban ediliyor. Düzen, hak-hukuk yokmuş gibi işliyor. Devlet bir politika izliyor ve yetersizliğine rağmen  mevcut olan yasalar da işlemez hale geliyor.

İşte biz buna, insan hakları hukukunda “cezasızlık politikası” diyoruz. Mesela soralım:Son beş yıl içinde iş cinayetlerinde yaşamını yitiren işçi katliamlarının sorumluları olarak kaç işveren, kaç kamu görevlisi soruşturuldu, kovuşturuldu, yargılandı ve cezalandırıldı?

Hangi bakan, hangi müsteşar, genel müdür, işletme müdürü, sorumlu mühendis/mimar, sendikacı, etik ilkeleri hatırlayarak  “istifa ediyorum “ dedi? Var mı böyle bir anlayış, kültür ve pratik?

Bu kazalar önlenebilir. Devlet bu kazaları önlemek için yeterli, etkin yasal ve idari önlemleri almıyor. O yüzden “iş cinayeti” diyoruz biz bu olup bitenlere. Soruşturma ve kovuşturma makamları da “failleri” koruyor. O yüzden “cezasızlık politikası”ndan söz ediyoruz.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...