11 Eylül 2014 00:44

İşçi ölümleri yeni Türkiye'nin kaderi mi?

İşçi ölümleri yeni Türkiye\'nin kaderi mi?

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Yönetenlere göre kader, vicdan sahiplerine göre cinayet.  Şu bir gerçek ki, tersaneler, madenler, inşaatlar derken toplu ölümlerle gündeme gelen ama kısa sürede ise unutulan iş güvenliği sorunu “Yeni Türkiye”nin kronikleşen açmazlarının başında geliyor.  ILO verilerine göre ülkemiz 100 bin çalışan başına düşen ölümlü iş kazası oranlarında Avrupa’da birinci, dünyada ise üçüncü sırada yer alıyor. Bizim üzerimizde yar alan ülkeler ise sırasıyla El Salvador ve Cezayir. Sosyal devletin eksik, gedik de olsa halen işlediği Kuzey Avrupa ülkelerinde bu oran 10 binde 2’nin altında iken Türkiye’de binde 20.5 seviyelerine çıkıyor. Diğer bir ifadeyle, Türkiye’de ölümlü iş kazası olasılığı bu ülkelere göre 10 kat daha yüksek. 

Soma faciasının ardından da benzer tartışmalar yürütmüş, iş kazalarındaki artışın taşeronlaştırmanın, denetimsizleştirmenin kaçınılmaz sonuçlarından biri olduğunu vurgulamıştık. Dünden bugüne hiçbir şeyin değişmediğin ve bu gidişle de değişmeyeceğini Mecidiyeköy’de bir kez daha gördük. Erdoğan zamanında her eve üç çocuk derken yalnız bir nüfus politikasını değil, aynı zamanda ucuz emeğin sömürüsüne dayalı bir büyüme politikasını önümüze sürmekteydi. Emek maliyetinin bir koşulu yedek iş gücü ordusunun genişletilmesi olduğu gibi bir diğer koşulu da iş yaşamının denetimsizleştirilmesi, güvencesizleştirilmesi ve örgütsüzleştirilmesiydi. Hiç şüphe yok ki, hükümet bu konuda büyük yol aldı, karşılığında da sermaye kesiminin genelinden büyük destek gördü.

Bugün hükümet cephesinden bakıldığında bu sermaye birikim modelinin değişmesi için herhangi bir sebep yok. Mevcut iktidarın ardındaki sınıfsal dinamikler, sermaye yapısı ve ağırlıklı olduğu sektörler düşünüldüğünde mümkün de gözükmüyor. Ekonomide işlerin giderek zorlaştığı, büyümenin yavaşladığı bir ortamda ülke ekonomisinin temel direği haline gelen inşaat sektöründeki kâr oranlarını aşağı çekebilecek düzenlemelerin seçimlere dönük bir makyaj çabasından ibaret olacağını kolaylıkla söyleyebiliriz. 

Ne var ki,  burada esas kaygı veren durum, bu gidişe ayak direyecek, hükümete geri adım attırabilecek ve geniş halk kesimlerini ortak talepler etrafında buluşturabilecek sınıf örgütlerinin mevcut güçlerini dahi seferber edecek dinamizmden yoksun olmaları. Soma faciası gibi dünya işçi sınıfı tarihinin en büyük iş kazalarından birini dahi göstermelik iş bırakmalarla geçiştiren işçi sendikaları bugün de aynı silik tavrı sürdürmekte. Oysa ki, yaklaşan genel seçimler iş güvenliği ve taşeronlaştırma konusunda sermaye kesimini tavize zorlamak ve kalıcı kazanımlar elde etmek açısından önemli bir olanak. Bunu sağlayabilmenin yegane yolu ise önce hükümete sonra da diğer siyasi partilere işçi sınıfı örgütlerinin halen güçlü bir muhatap olduğunun mesajını verecek bir genel grevin örgütlenebilmesidir. Sürece müdahale yeteneği ölen işçilerin ardından diğer sorumlularla birlikte ağıt yakmakla sınırlı olan sendikalara, ne ülkenin ne de Türkiye işçi sınıfının ihtiyacı vardır.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...