İşçi ölümleri yeni Türkiye'nin kaderi mi?
Fotoğraf: Envato
Yönetenlere göre kader, vicdan sahiplerine göre cinayet. Şu bir gerçek ki, tersaneler, madenler, inşaatlar derken toplu ölümlerle gündeme gelen ama kısa sürede ise unutulan iş güvenliği sorunu “Yeni Türkiye”nin kronikleşen açmazlarının başında geliyor. ILO verilerine göre ülkemiz 100 bin çalışan başına düşen ölümlü iş kazası oranlarında Avrupa’da birinci, dünyada ise üçüncü sırada yer alıyor. Bizim üzerimizde yar alan ülkeler ise sırasıyla El Salvador ve Cezayir. Sosyal devletin eksik, gedik de olsa halen işlediği Kuzey Avrupa ülkelerinde bu oran 10 binde 2’nin altında iken Türkiye’de binde 20.5 seviyelerine çıkıyor. Diğer bir ifadeyle, Türkiye’de ölümlü iş kazası olasılığı bu ülkelere göre 10 kat daha yüksek.
Soma faciasının ardından da benzer tartışmalar yürütmüş, iş kazalarındaki artışın taşeronlaştırmanın, denetimsizleştirmenin kaçınılmaz sonuçlarından biri olduğunu vurgulamıştık. Dünden bugüne hiçbir şeyin değişmediğin ve bu gidişle de değişmeyeceğini Mecidiyeköy’de bir kez daha gördük. Erdoğan zamanında her eve üç çocuk derken yalnız bir nüfus politikasını değil, aynı zamanda ucuz emeğin sömürüsüne dayalı bir büyüme politikasını önümüze sürmekteydi. Emek maliyetinin bir koşulu yedek iş gücü ordusunun genişletilmesi olduğu gibi bir diğer koşulu da iş yaşamının denetimsizleştirilmesi, güvencesizleştirilmesi ve örgütsüzleştirilmesiydi. Hiç şüphe yok ki, hükümet bu konuda büyük yol aldı, karşılığında da sermaye kesiminin genelinden büyük destek gördü.
Bugün hükümet cephesinden bakıldığında bu sermaye birikim modelinin değişmesi için herhangi bir sebep yok. Mevcut iktidarın ardındaki sınıfsal dinamikler, sermaye yapısı ve ağırlıklı olduğu sektörler düşünüldüğünde mümkün de gözükmüyor. Ekonomide işlerin giderek zorlaştığı, büyümenin yavaşladığı bir ortamda ülke ekonomisinin temel direği haline gelen inşaat sektöründeki kâr oranlarını aşağı çekebilecek düzenlemelerin seçimlere dönük bir makyaj çabasından ibaret olacağını kolaylıkla söyleyebiliriz.
Ne var ki, burada esas kaygı veren durum, bu gidişe ayak direyecek, hükümete geri adım attırabilecek ve geniş halk kesimlerini ortak talepler etrafında buluşturabilecek sınıf örgütlerinin mevcut güçlerini dahi seferber edecek dinamizmden yoksun olmaları. Soma faciası gibi dünya işçi sınıfı tarihinin en büyük iş kazalarından birini dahi göstermelik iş bırakmalarla geçiştiren işçi sendikaları bugün de aynı silik tavrı sürdürmekte. Oysa ki, yaklaşan genel seçimler iş güvenliği ve taşeronlaştırma konusunda sermaye kesimini tavize zorlamak ve kalıcı kazanımlar elde etmek açısından önemli bir olanak. Bunu sağlayabilmenin yegane yolu ise önce hükümete sonra da diğer siyasi partilere işçi sınıfı örgütlerinin halen güçlü bir muhatap olduğunun mesajını verecek bir genel grevin örgütlenebilmesidir. Sürece müdahale yeteneği ölen işçilerin ardından diğer sorumlularla birlikte ağıt yakmakla sınırlı olan sendikalara, ne ülkenin ne de Türkiye işçi sınıfının ihtiyacı vardır.
- Kurtarıcı mı, yoksa yeni günah keçisi mi? 09 Haziran 2023 04:18
- Seçim senaryoları ve ekonomiye dönük beklentiler 12 Mayıs 2023 04:19
- Kurda istikrar illüzyonu 28 Nisan 2023 04:21
- SVB krizinin arka planı ve düşündürdükleri 17 Mart 2023 04:52
- Para politikasındaki ayrışma belirginleşiyor 24 Eylül 2022 04:50
- Şimdi solun tam zamanı 12 Ağustos 2022 04:26
- Enflasyon gelir dağılımını bozuyor 08 Temmuz 2022 04:47
- Merkez Bankası şaşırtmadı 27 Mayıs 2022 01:12
- Kehanet çöktüğünde 22 Nisan 2022 00:37
- Enflasyon doludizgin 08 Nisan 2022 00:40
- Faiz politikasının bilançosu 10 Mart 2022 23:31
- Enflasyon geriler mi? 10 Şubat 2022 23:18