23 Ağustos 2014 00:12

Yumuşak güç, koftiden gazetecilik

Yumuşak güç, koftiden gazetecilik

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Türkiye’nin resmi dış politika geleneğini kısaca özetlemek gerekirse “Halklara düşman, devletlere dost” denebilir. Özellikle Demokrat Parti döneminden itibaren kendi kendisini “Mahallenin kabadayısı sağa sola eziyet ederken düşene bir tekme sallayan pısırık ama sinsi çocuk” durumuna sokan Hariciye, AKP namıyla maruf Türkiye İhvanı ülkede kendi çapınca bir rejim kurunca bir anda “Ev sahibi hacı amcanın gece gece arıza çıkarıp konu komşuyu uyandıran ayarsız oğlu” moduna geçti. Artık Türkiye, istisnasız her dış meselede kimin daha güçlü olduğunu hesaplayıp usulca yanına kayıvermiyor; yangına körükle, ateşe barutla, trafik münakaşasına levyeyle girişiyor. Üçüncü dünyadan, bağlantısızlara kadar dünyada ne kadar mazlum varsa karşısında cephe alıp büyüklerin paçasının arkasından tekme sallayan Türkiye yok artık. Kendi mevzuumuzu kendimiz çıkarıyoruz.

‘BAŞBAKANIMIZ AHMET DAVUTOĞLU’

Mucidi çiçeği burnunda Neo-Akbulut başbakanımız Ahmet Davutoğlu olan, “Stratejik derinlik” olarak tanıdığımız bu hızlı ve öfkeli yaşam biçiminin “olmazsa olmaz”larından biri etki alanı yaratan “yumuşak güç” araçları. AKP rejiminin tatlı tatlı beslediği, yılda nasıl oluyorsa 150 makale yayımlayıp bir anda asistanlıktan dekan yardımcılığına, oradan danışmanlığa şandellenen yeni yetme AK doktriner tayfasının -başka bir şey bilmediklerinden de olabilir- yıkaya yağlaya bitiremediği bu araçlar; sağda solda lokum tutmaktan, “Bizim abinin selamı var”a kadar türlü işi hallederek Türkiye’nin, daha doğrusu AKP rejiminin namını yürütüyorlar. O arada da buralara kapılanan ne kadar ara eleman varsa dünyalığını yapıyor. Bir nevi kazan-kazan, yani kazana kazana bitiremiyor, avantanın kazanına düşüyorlar. Zira İhvan kankacılığıyla neoosmanlı hezeyanları üzerine bina edilen bu araçların tepesinden aşağı bütçe yağdırılıyor. Bal tutan parmağını bütün yutuyor.

TRT VE AA  NEREYE?

Rejimin “yumuşak güç” takıntısının en görünür araçları, TRT ve Anadolu Ajansı. Bu iki kurum, yurt içinde rejim propagandası yaparken, yurt dışında da üstte tarif ettiğimiz dış politikanın iş takibini yapıyor. Dünyada benim diyen kamu medyasına küçük dilini yutturacak bütçeleri, toplam sayısını kimsenin bilmediği personeli var. Katar gibi demokrasiyi hobi olarak benimseyen bir ülkeden, daha az bütçeyle el Cezire gibi bir haber fenomeni çıkmışken, AA ve TRT’nin elindeki imkanlarla Neil Armstrong’un ayda duyduğu ezanı okuyan müezzinle fezada röportaj yapması beklenebilirdi. Ama Türkiye İhvanı’nın insan kaynağının getirildiği yerin kaymağını yemekten fazlasına gücünün yetmemesi, “dünya medyasıyla yarışma” iddiasındaki bu iki kurumu Kuzey Kore Merkez Haber Ajansı ve Kim Jong-Il ölünce kuşların ağladığını iddia eden haber spikeri ile aynı ligde küme düşmemeye oynatmaya başladı. Anadolu Ajansı ve TRT, tüm dünyada gazetecilerin alay konusu; ürettikleri (Bu kelimeyi kasten seçtim) haberlerin kalitesizliği ve taraflılığıyla bir dünya markası. AKP’nin bir iki ülkede kenarda köşede kalan kankaları dışında dikkate alan yok. Yeni Şafak’tan hallice yayın yapan Russia Today bile bu muameleyi görmüyor. İşin kötüsü “bizi çekemiyorlar” avuntusunu ezber ede ede kendileri de inanmaya başladılar. Ters yönden trafiğe dalan Temel fıkrasındaki gibi “Herkes üstlerine üstlerine geliyor.”

‘AKP’LİLERE GÖRE BORAZAN ÇALIYOR’

2013 haziran direnişleriyle beraber Türkiye’de nasıl bir rejim yaşandığı dünyanın malumu olunca, bu kurumların hedefleri de hatırı sayılır şekilde değişti. Şu an TRT ve Anadolu Ajansı, AKP’lilerin gelgitlerine göre borazan çalıyor. Başlıca görevleri ise Türkiye’deki belgelenmiş devlet terörünün gerçek olmadığını; CNN, BBC gibi kurumlar tarafından uydurulduğunu kanıtlamak. Yani milyonlarca dolar bütçe akıtılan bu iki kuruluşun, Takvim gazetesinin toplam dört (4) çalışanıyla -muhtemelen bir kıraathane masasında- kaleme aldığının biraz daha afilisini yayıyor. Biraz daha pahalıya mal ederek tabii...
TRT ve Anadolu Ajansı’nın geçen seneki direnişlerden beri panik halinde sürdürdüğü “hem yumuşak, hem hesaplı” haberciliği temelde iki argümana dayanıyor. Bunlardan birincisi “Türkiye’de devlet terörü yok, yalan söylüyorlar”, ikincisi ise “Bakın aynısı başka yerlerde de oluyor.” Birbirini dikine kesen bu iki argümanın aynı anda kullanımının yarattığı çelişkiyi haydi şimdilik pas geçelim. İlki zaten komedi, kimsenin inandığı da yok; kedi halıya yaptığı kakayı ne kadar kapatabilirse, bu haberciliğin kokusu da o kadar kapanıyor. İkincisi daha enteresan; zira AA ve TRT bu yolda hem inanılmaz paralar döküyor, hem de muhabirlerinin canını tehlikeye atıyor. En son AA’nın Ferguson’da görev yapan muhabiri Bilgin Şaşmaz, polis şiddetine uğradı. Geçmiş olsun diyelim.

‘ELEŞTİRDİĞİMİZ YAYIN YAPMASI DEĞİL’

Anadolu Ajansı’nın Ferguson’dan, daha önce protestolar sırasında Londra ve Hamburg’tan yayın yapması yanlış değil, eleştirdiğimiz o da değil. Sorduğumuz soru şu. Burnunuzun dibinde çocuklar başından vurulurken neredeydiniz ağalar, kafalar koparken neredeydiniz? Ferguson’u görüp, Rojava’yı, Okmeydanı’nı görememe hali nasıl bir hipermetropluktur? Hem Hamburg’taki protestoları an be an nakledip protestocular taleplerini kabul ettirince haber vermeyi neden kestiniz, bari meselenin sonunu abonelerinize nakletseydiniz? Onunla bununla sidik yarışı yapıp kendini “diktatör borazanı” durumuna düşürmenin neresi gazetecilik onu da geçtim, neresi yumuşak güç bari onu söyleyin.
Hadi hepsini boş verdim, hem üzümü kiloyla yiyorsunuz, hem niye hâlâ bağcıyı dövüyorsunuz?


ŞİMDİ REKLAMLAR!..

* Ben özgür olmak istemiyorum. Ben çocuk istiyorum.
* Tamam aşkım, biz de çocuğun adını özgür koyarız.
Yukarıdaki replikler, son günlerde televizyonlarda yayınlanan bir banka reklamında geçiyor. Sloganı ‘erkeklere özel’ olan model arabalardan (Erkeklere özel olduğuna göre herhalde arabalar pipiyle kumanda ediliyor), ‘aşkı’nın uğurlu formasını düzgün yıkamadığı için azar işitmekten korkan beyaz eşya reklamı kadınlarına kadar reklamlar memleketin vasat adamının gündüz düşleri tadında. Reklamcılığın ne kadar yaratıcı bir meslek olursa olsun, temel amacının dünyanın her yerinde müesses nizamı korumak olduğu malum. Zira reklam stratejileri çok nadiren tüketicilerin davranış kalıplarını değiştirmeye oynar, amaç genelde var olan kitlenin suyuna giderek ürün satmaktır. Dolayısıyla bir reklamda kolay kolay ‘Yemişim çocuğu, gel dünyayı gezelim’, ‘Forman çok kıymetliyse kendin yıka, makine orada, iki tane tuşa basacaksın’ gibi replikleri pek duyamazsınız. Kapitalizm hesapta seçme özgürlüğüdür ama seçimlerden biri özgürlük olduğunda tüketim azalacağından reklamlar ölümüne muhafazakardır. Bizde de reklamların tatlı tatlı ‘yeni Türkiye’ye uyum sağladığını görmeye başlamıştık zaten. Çekirdek reklam ailelerinde masada kahvaltı eden çocuk sayısı sessiz sedasız üçe çıkmış, pek çok firma Türkiye için özel ‘dekoltesiz’ reklamlar hazırlamaya başlamıştı. Rejimin özellikle kadınlarla ilgili verdiği mesajlar, reklamlara ışık hızıyla yansıyor. Reklamcılara küçük bir hatırlatma yapalım. Çocuğun adını özgür koyunca özgür olmadığı gibi, siz de hipster takılınca bu rejimin harcına daha az çimento koymuş olmuyorsunuz.

jonikcartoons.blogspot.com

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...