18 Ağustos 2014 00:06

'Kendi toprağın'

\'Kendi toprağın\'

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Balkanlardan gelen soğuk ve yağışlı hava, geleceği varsa henüz bizim sıcak memlekete ulaşmamıştı. Ağaçla röportaj yapan yetenekli muhabir olsa belki havadan cevaplar almayı başarabilirdi. Saraybosna’da 20 yaşındaki film festivali, yağmur altında başladı. Şehrin Osmanlı etkisinin olduğu Başçarşı, başka her yer gibi geniş, halkın kullanımına açık sokak ve caddelerle örülü. Ecdadıyla övünenlerin alışveriş merkezi ve beton aşkına inat, tarihi dokusunu koruyup şehrin ve insanının rahatına göre düzenlenmiş. Orada, şehre gelen Türkiyelilerin dikkatini kolayca çekmeyi başaran Galatasaray adlı köfteci, futbolcu Hodzic’in hoş geldinini duymadan kimseyi bırakmıyor. Hodzic’in Türkiye’den gelen herkese mutlaka söylediği iki şey var. Birincisi “Kendi toprağınıza hoş geldiniz” diyerek kendilerini birer akıncı gibi hissettiriyor. İkincisi de Galatasaraylı olup olmadığını sorup, cevap beklemeden takımını övmeye başlıyor. Fener’e her maçta gol attığını el kol hareketleriyle sevinçle hatırlıyor. Belki siz “Biraz cinsiyetçi olmadı mı? Adam tribünde Türkçe öğrenirse olacağı bu” diye düşünürsünüz. O durmuyor, masada Fenerbahçeli var, kadın var bile demiyor “Ben Fener’in kocasıyım” gibi cümleler kurmayı beceriyor. Yani, evet, cinsiyetçilik her yerde ama ne demişler, “Kendi toprağınıza hoş geldiniz”. Avrupa’nın ortasına ellerini kollarını ileri geri oynatan “koca”lar armağan etmek, Türkiye merkezli kadın düşmanlığının dünya çapında başarılarından sadece biri belki de.
Neyse ki festival var, dünyanın başka yerlerindeki kadınlar ve erkekleri anlatan filmleriyle. Festivalin ilk hafta sonunda Cannes başarısıyla dikkati çeken filmlerden biri, mucizeler ya da harikalar anlamına gelen The Wonders (Le Meraviglie) oldu. Cannes, malum, Altın Palmiye’siyle Yılmaz Güney’den Nuri Bilge Ceylan’a yaygın olarak övünülen bir festival, ikisi arasında kimsenin aklına palmiye gelmese de. Ceylan’ın iki kez aldığı, Altın Palmiye’den sonra ikincilik ödülü kabul edilen Büyük Ödülü (Grand Prix) almış Le Meraviglie, dört kız kardeşten en büyüğünün hayalleri ve gerçeklerinin çarpıştığı bir yazı anlatıyor. İtalyan falan demeden erkek çocuğu olmadığı için alay edilen bir baba, mahkum oldukları hayattan memnuniyetsiz edilgen kadınlar, herkese bağırıp çağıran babalarından çekinen kızları, filmin başından itibaren mucize bekliyorlar. Ortaya, çok çarpıcı bir tarafı olmasa da, sade, naif, çocukların dünyasını başarıyla yansıtabilen hoş bir film ortaya çıkıyor.
Bir başka Cannes filmi ise Altın Kamera ödüllü Party Girl (parti kızı). 60 yaşında, Almanya-Fransa sınırında pavyonda konsomatris olarak çalışan Angelique’e bir müşterisi evlenme teklif edince başlıyor olaylar. İşi erkekleri baştan çıkarmak olan ama aradan yıllar geçtikçe işi zorlaşan kadının dünyasına önce başarıyla sokuyor seyircisini. Bir yandan da alkolizmi, kavgacılığı, aileyi toparlama çabası gibi özellikleri, Angelique’in gece hayatını bırakıp evli bir kadın olma konusundaki tereddütlerini karikatürleştiriyor. Üç kadın yönetmenin dokunuşlarını yer yer hissettirse de, sığ ve pek çalışılmamış bir fikrin az çok derli toplu bir ürünü. Geçen yılın çarpıcı filmlerinden Gloria gibi değil hiç mesela.
Ödüllü de olsalar, “Kendi toprağına hoş geldin” gerçeğinin yanında biraz naif ve zayıf kalırlar.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...