02 Ağustos 2014 00:14

AKP'nin müzmin köksüzlüğü

AKP\'nin müzmin köksüzlüğü

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Bu haftanın yazısı tam manasıyla bir medya yazısı değil, ancak medyanın sayısal olarak önemli bir kısmının, yandaşların hâl ve hareketlerini anlayabilmek için bir ara bu analizi yapmak gerekiyordu. On iki yıl içerisinde milli görüş mirasçılığından Müslüman-Demokrat parti projesine, oradan otokratik bir rejime dönüşen AKP’nin kültürel kodlarını çözümlemek, hem rejimin hedeflediği ancak henüz tam başaramadığı hegemonyaya karşı direnmek, hem de ne olup bittiğini anlamlandırabilmek açısından önemli. Bu yazı, başka hiçbir yazının da veremeyeceği gibi, hayatın sırrını ya da AKP’nin şifrelerini vermeyi hedeflemiyor. Ancak on yıldan fazladır ülkeye hükmeden bir iktidarın nasıl kalıcı olduğunu anlayabilmek, nasıl gidici olacağını bulmanın da ilk şartı. Bu nedenle AKP üzerine kafa yormakta fayda var.

BİR İDEOLOJİ ÇORBASI OLARAK AKP

AKP, taban ve teşkilat olarak çok kuvvetli ve köklü bir yapı izlenimi veriyor. Gerçekten de 1980 darbesi sonrasında merkez sağa emanet edilen ve modern Türkiye’nin tarihi kadar eski muhafazakar akımı tekrar orijinal haline dönüştürmeyi başardı ve onun saldığı kökleri kullanıyor. İdeolojik açıdan ise AKP, ayağı aynı derecede yere basan bir parti değil. Tam aksine, parti ve ideolojisi temelsiz bir inşaat gibi sürekli dingildiyor; tutarsızlıklarıyla, saçmalıklarıyla her an çökecekmiş gibi duruyor, ama çökmüyor, en azından şimdilik. AKP, yüz yıllık muhafazakar geleneğin mirasçısı olan bir yapı için ideolojik olarak fazlasıyla köksüz bir parti. Ortaya karışık bir takım kodların üzerinde durmaya, kendisine normal şartlarda birkaç boy büyük gelecek tabanına da bu kodları benimsetmeye uğraşıyor. Kim olduğu ve ne idüğü belirsiz bir ‘ecdat’ kavramı, 1980’lerde Türkiye Gazetesinin bastığı İslami çizgi romanlardaki kadar iki boyutlu ve kof bir Osmanlı nostaljisi, fanatikçe bir yabancı düşmanlığı ve anti-semitizm, moderniteye olan haset ve bir taraftan modern olmayan bir tür hormonlu gelişmişlik yaratma hırsı, fallik denebilecek derecede bir yükseklik, büyüklük tutkusu; başka bir model bulamamış olmanın çaresizliğiyle örnek alınan İttihatçılık, tek particilik, 12 Eylülcülük ve 28 Şubatçılık’ın öğeleriyle harmanlanıyor. Bir ümmetçiliğe, bir İhvan’a, bir Hamas’a tutunmaya çalışıp, isterik dış politikasını tüccar mantığına sahip bir dış ticaretle beraber götürmeye uğraşıyor. Bu saçma sapan hamurun mayası ise yalnızca Recep Tayyip Erdoğan’ın kişi kültü. AKP’nin ideolojisi, Kim Il-Sung’un Juche’sinden beri bir adamın yarattığı güç aurasının deli saçması bir fikir yumağını ayakta tutabildiği belki de tek örnek. AKP’nin tabanı, partinin ve kurduğu rejimin tutarsızlıklarını çok da takmıyor. Bütün o anlamsızlıklar Tayyip Erdoğan’ın kabarttığı öfke ve iktidar bulutlarında eriyip gidiyor. İdeolojik olarak ne kadar anlamsızsa, duygusal olarak o kadar kuvvetli bir durumdan bahsediyoruz. Kalabalığın tatminsizliği gibi ideolojinin bedbahtlığı da Erdoğan’ın kişiliğinde eriyiveriyor. Cumhurbaşkanlığı seçimindeki ‘milletin adamı’ sloganı bu bakımdan çok isabetli. Büyük bir güruhun yarattığı fiziksel ve eril gücü muştuluyor. Kendisi gibi olmayanı tükürüğünde boğacak kadar kalabalık ama kılını kıpırdatamayacak kadar özgüvensiz bir kalabalık, bunları yapması için bir adamı tutuyor. ‘Linç girişiminde bulunan kalabalıkların gayrimeşru kuvveti, yasal şiddetin sahibine aktarılarak meşrulaştırılıyor. Sonucunu biliyoruz; Berkin’ler, Ali İsmail’ler, Medeni’ler...
AKP’nin rejiminin yarattığı çılgınlık halinin, akılcılığa olan kesif düşmanlığın ve bunun fütursuzca dışa vurumunun Türkiye gibi demokrasinin ‘altta kalanın canı çıksın’ olarak algılandığı çoğunlukçu bir ‘kelle sayma’ sisteminde kemikleşmesi normal. Ancak bir rejim kurma iddiasındaysanız ve hegemonya peşinde koşuyorsanız, bundan fazlasını yapmak zorundasınız. İşte o zaman zurnanın zırt dediği yere geliyoruz. AKP’nin sıklıkla tecrübe ettiği üzere, böyle bir hegemonik devlet projesini yaratacak kültürel sermayesi yok. Hatta AKP kadrolarının bu bakımdan bir çöl olduğu rahatlıkla söylenebilir. Yarattığı tek doktriner, ortaya attığı ‘stratejik derinlik’ kuramının kazan kazan helvasını yediğimiz Ahmet Davutoğlu olan bir siyasi akımdan bahsediyoruz. Taraftara gaz vermek için kullanılan İslami tınıların, Osmanlı geyiklerinin, oradan buradan apartılan ideoloji kırıntılarının reelde hiçbir karşılığı yok. AKP, hegemonya kurabilecek politikaları üretmekten tamamen aciz bir yapı. Tıpkı Özal’ın ANAP’ı ve Demirel’in DYP’si gibi Erdoğan olmadan tabelası altı mandal bir leğen etmeyecek bir oluşum. Ancak on iki yılda kendini sağlama alabilecek kadar da ekonomik ve sosyal sermayeyi ele geçirdi. Eğer kültürel sermayeyi de biriktirebilmiş olsaydı, şimdi bu yazıyı yazabilecek ortamda olmazdık.
AKP, kendi kadrolarının üretemediği kültürel sermayeyi senelerce müttefiklerine ihale etti. 2010’a kadar dilediğince kadrolaşan Gülen Cemaati ve yine aynı dönemde temcit pilavı gibi çeviredurdukları Kemalizm eleştirileriyle fonlardan fonlara, kadrolardan kadrolara koşan liberal entelektüeller, AKP’nin iki cümleyi bir araya getirebilen insan ihtiyacını karşıladı. Partinin ve Erdoğan’ın hatası Anayasa referandumundan sonra bu yedek tekerleklere ihtiyacının kalmadığını sanmak oldu. AKP, hegemonya kurduğunu sandı ve 2013’te durumun hiç de öyle olmadığını Taksim’de gördü. Ve panik başladı. 30 Mart yerel seçimlerinde hasar biraz daha büyük olsaydı, o paniğin devamı gelebilirdi. Ancak şimdilik Erdoğan tek başına gemiyi suyun üstüne tutuyor, bu rejimden ekmek yiyen herkesin çok iyi bildiği gibi.

AKP GİTMESİNE GİDER DE...

Buraya kadar konuştuklarımızdan AKP’nin kolay yıkılabilir bir yapı olduğu anlaşılmasın. Zira AKP’nin kendisi değilse de onu popüler yapan şey, bu toplumun kodlarına sinmiş vaziyette. Tan Baskınında, 6-7 Eylül’de, Maraş’ta, Sivas’ta, en son İstanbul’un, İzmir’in, Eskişehir’in karanlık ara sokaklarında o ruhu gördük, görüyoruz. İdeolojik ve kültürel olarak kof ise de dirençli ve kendini yeniden yaratabilen bir ruh bu. AKP sürdürülebilir bir yapı değil, kendi yetişmiş kadrolarını yaratmak için ‘başarılı öğrencilere imam hatiplere yazılmalarını telkin edin’ tipi komik yöntemler deneyen, Erdoğan sonrasında tutunacak dalı kalmayacak bir oluşum. Ancak AKP’yi var eden ve bugüne kadar getiren toplumsal kodlar, başka musibetleri de rahatlıkla yaratabilecek cinsten. Yani AKP’yi göndermek bir ihtiyaç, ama iş orada bitmiyor. Asıl mesele, AKP gibi köksüz, kadrosuz, saçma sapan bir yapıdan bir rejim yaratabilen karanlığı bertaraf etmekte...

Recep Tayyip Erdoğan’ın 3 Ağustos Kocaeli mitingi için hazırladığı tanıtımın bazı harfleri boyanınca ortaya bu fotoğraf çıktı. Fotoğraf sosyal medyada paylaşılanlar arasına girdi.


CUMHURİYET’TE NELER OLUYOR?

Cumhuriyet Gazetesi, geçtiğimiz hafta bir yeniden yapılandırma planını hayata geçirdi ve kimi gazeteci ve köşe yazarlarının yakında sayfalarında yazmaya başlayacağını duyurdu. Bu açıklamanın ardından birkaç medya sitesinde yeni transferlerin, özellikle de gazeteden birkaç yıl önce ayrılan Aydın Engin’in rahatsızlık yarattığı ve Cüneyt Arcayürek ile Mustafa Balbay gibi isimlerin ayrılma aşamasında oldukları yazıldı.
İki gün önce Cumhuriyet Gazetesi yönetimi, kendi web sitesinden bir açıklama yayımladı ve şu ifadeleri kullandı; ‘Alınan kararlar konusunda haberde adı geçen isimler de dahil olmak üzere bugüne kadar Cumhuriyet gazetesi içinde herhangi bir görüş ayrılığı yaşanmamıştır.’ Bu açıklamanın hemen ardından ise Mustafa Balbay kendi Twitter hesabından Aydın Engin’in gazetede yazmasına karşı olduğunu ve bu yöndeki bir karara onay vermediğini duyurdu.
Burada, öncelikli olarak sıkıntı yaratan tabii ki Cumhuriyet yönetiminin, gazetenin resmi kanallarını kullanarak yanıltıcı bilgi vermesi. Bu bir yayın organının güvenilirliğini sarsabilecek bir durum. Olan biten hakkında yorum yapmak gerekirse, gazetenin yeniden yapılandırılması sürecinde iki isim akla geliyor. Bunlardan birincisi Can Dündar. Dündar, geçen yılın Ekim ayından beri Cumhuriyet’te yazıyor. Bu süre zarfında Artı Bir kanalında program yapmış, patrona verdiği sözleri tutmayınca kanalı satın alacağı dedikoduları dolaşmış, sonunda –yerel seçim sonuçlarının da etkisiyle- Artı Bir projesi istifalarla beraber tamamen rafa kaldırılmıştı. Cumhuriyet’in yeni transferlerinin birçoğu Artı Bir’de program yapan ve Dündar’la aynı dönemde istifa eden gazeteciler. Bir de T24 İnternet sitesinden gelen Murat Sabuncu var. T24, Can Dündar’ın hemen hemen her yazısını sayfalarına taşıyan bir site. Sitenin en popüler yazarı ise Cumhuriyet’te yıllar önce yaşanan ilk bölünmenin kahramanlarından Hasan Cemal. Can Dündar’ın görece bağımsız medyada nabız yoklaması, Hasan Cemal’in Cumhuriyet sevgisi, eski Artı Bir’cilerin ve T24’ün yazı işlerinden bir ismin Cumhuriyet’e gelişi birleşince insanın burnu ister istemez Hasan Cemal kokusu alıyor.



KİM KAZANIR?

Eğer Cumhuriyet’in yeniden yapılandırılması tahmin ettiğimiz gibi Can Dündar ya da Hasan Cemal tarafından yönlendirilecekse, gazetenin kapanan Radikal’le, kimliğini kaybeden Milliyet’in arasında bir yere konumlanacağı söylenebilir. Bu stratejik olarak mantıksız değil. Şehirli, modern, A-B grubu diyebileceğimiz okur için gazete piyasasında bir boşluk var. O okur şu an Hürriyet, Milliyet ve Taraf arasında dağılmış gözüküyor ama hallerinden çok da memnun değiller. Dolayısıyla Cumhuriyet marka avantajını da kullanarak 80-100 bin civarında bir tirajı hedefliyor olabilir. Vatan’ın da geleceğinin belirsiz olduğu ortamda imkansız gözükmüyor.
Mustafa Balbay ve Cumhuriyet’in son on beş-yirmi yılını belirleyen ekibin kafasındaki gazetenin ise pratikte bir karşılığının olduğunu söylemek çok zor. Cumhuriyet şu an 50 bin satıyor. Bunların ciddi bir kısmı geleneksel okurları. Gazete, diğer ulusalcı gazeteler Sözcü, Yurt ve Aydınlık karşısında güçsüz durumda kaldı. Özellikle Sözcü’ye kaptırdığı okuru geri kazanması imkansıza yakın. Çünkü bu gazete okurunu basitçi, hoyrat, sloganvari bir dile alıştırdı. Sözcü’nün tembelleştirdiği okurun Cumhuriyet’e dönüşü olacak gibi değil. Dolayısıyla Cumhuriyet şu haliyle en fazla olduğu yerde sayabilir. Gazeteden kopacakların bireysel olarak diğer ulusalcı gazetelere eklemlenmesi ise çok daha kolay. Yani gazetenin statükosu şu anda verdiği mücadeleyi kaybedecek gibi görünüyor. Yine de bekleyip görmek gerek.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...