İktidar için ‘her şey’ -ölüm bile- mubah mı..?
Fotoğraf: Envato
AKP tıpkı 1983’te iktidara gelen ANAP gibi belirli ideolojiye sahip bir tabana dayanmayan; siyasi kaostan yararlanarak diğer partilerin tabanlarından aldığı oylarla var olmuş; kadrolarını tamamen çıkar temelinde oluşturmuş bir partidir.
Belirli bir ideolojiye sahip olmayan, bütün eğilimleri bir arada barındırdıklarını iddia eden ve bununla övünen bu partilerin kendilerine özgü politikaları yoktur.
Bunlar ulusal ve uluslararası sermaye tarafından belirlenip, kapitalizmin uluslararası kurumları tarafından
dizayn edilerek önlerine konulan programları uygularlar. Dolayısıyla uyguladıkları politikalarda kendilerini topluma karşı değil, bu programları önlerine koyan kesimlere karşı sorumlu hissederler.
Bu tür partiler belirli bir ideolojiye sahip olmadığı için sadece iktidarda bulundukları sürece siyaset arenasında kalabilirler.
İktidarları sallanmaya başladığı ya da muhalefete düştükleri anda hem diğer partilerden aldıkları ödünç oylar geri döner hem de çıkar temelli kadrolar hızla yeni çıkar odaklarına yönelirler.
Bu süreçte parti tabanı ve kadrolar başka taraflara saçılırken, en zor durumda kalan bu partilerin liderleri olur. İktidarda bulundukları süre içinde “güçlü lider” imajı veren parti liderinin başbakan olma sıfatı taşımadan siyasette yer alması artık mümkün değildir. Bu nedenle iktidarları çökmeden önce kendilerini devletin en üst makamı olan cumhurbaşkanlığına atmak için çabalarlar.
Aslında yetkileri bakımından yetersiz gördükleri bu makam da onları kesmez, bu nedenle tüm yetkileri kendinde toplayan başkanlık sisteminin de özlemini duyarlar.
ANAP’ın lideri Özal, 1987 seçimlerinden sonra iktidardaki partisinin çöküşe geçtiğini anladığı anda partisini bırakıp kendisini Çankaya’ya atmayı başarmıştı.
Ardından da bilindiği gibi ANAP’ın tabanı da kadroları da darmadağın olmuş, Mesut Yılmaz bir süre partiyi tutmaya çalışmışsa da ANAP’ın kaçınılmaz sonu engellenememişti.
ANAP ve Özal’ınkine benzer bir durum bugün AKP ve onun lideri Erdoğan için de geçerlidir. AKP’nin seçim sonuçları ne olursa olsun iniş sürecine girdiği açıkça ortadadır. Bu inişin hangi hızla çöküşe dönüşeceği 12 Haziran seçim sonuçlarına bağlıdır.
Erdoğan’ın hayali elbette AKP’nin tek başına Anayasa’yı değiştirecek bir çoğunluk elde etmesi ve kendisinin “başkan” sıfatıyla Çankaya’ya çıkmasıdır. Ancak bu hayalin gerçekleşemeyeceği Erdoğan tarafından da açık biçimde görülmektedir.
Bu durumda Erdoğan’ın beklentisi seçimlerden kendisini cumhurbaşkanlığına taşıyacak bir tablonun çıkmasıdır. Ama bu sanıldığı kadar kolay değildir. Zira AKP’nin seçimden birinci parti olarak çıkması ve hatta tek başına iktidara gelmesi Erdoğan’ın beklentilerini karşılamak için yeterli olmayabilir.
AKP Hükümeti 12 Haziran seçimleri sonrasında uygulamak üzere Ulusal İstihdam Stratejisi’nden yüksek öğrenim sisteminin yeniden yapılanmasına kadar -neoliberal yapısal uyum programının parçası olan- birçok konuda hazırlık yapmaktadır.
Seçimler sonrasından bunların yaşama geçirilmesinin toplumda yaratacağı olumsuz etkiler AKP’nin toplumsal desteğini azaltacak ve parti tabanında çözülüş hızlanacaktır. Bunun yanı sıra Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde muhtemel bir Gül-Erdoğan çekişmesi parti kadrolarında da çözülüşe yol açabilecektir.
İşte bu nedenle Erdoğan, 12 Haziran seçimlerini özellikle kendisi için bir “ölüm kalım meselesi” olarak görmekte ve sandıktan istediği sonucun çıkması için elinden gelen “her şeyi” yapabileceği izlenimini vermektedir.
Miting meydanlarında sergilediği agresif söylem; diğer partilere yönelen “belden aşağı vurma” tavrı ve halka yönelen baskı ve şiddetin ardında bu “her şeyi” yapabilme anlayışı vardır.
AKP’nin ve Erdoğan’ın seçimde istediğini almak için “her şeyi” mubah gören anlayışının sonucunda kan dökülmeye can alınmaya başlamıştır. Bismil’de Lise Öğrencisi H.İbrahim Oruç’un, Ünye’de Öğretmen Metin Lokumcu’nun öldürülmesi, Ankara’da Dilşat Aktaş’ın öldüresiye dövülmesi ve ülkenin dört bir tarafında demokratik tepkileri nedeniyle yüzlerce kişinin yaralanması, gözaltına alınması bu anlayışın sonucudur.
Erdoğan’ın Metin Lokumcu’nun ölümü için sarf ettiği “Tabi bunlardan birisi ölmüş, üzerinde durmaya gerek duymuyorum” sözleri de tüm bu yaşanan şiddet ve vahşetin seçimde istenileni almak için mubah görülen “her şey” içerisinde yer aldığının açık bir ifadesidir.
- Sözün Özü 13 Mart 2015 01:02
- HDP ve sınıf siyaseti üzerine… 13 Şubat 2015 01:00
- İç Güvenlik Paketi: Sus ve öl! 06 Şubat 2015 01:00
- Metal grevi üzerine 23 Ocak 2015 01:03
- HDK ve BHH birlikteliğine evet ama nasıl? 09 Ocak 2015 00:58
- Hedefteki akademisyenler..? 02 Ocak 2015 00:55
- 2014’ten 2015’e kalan: mücadeleye devam! 26 Aralık 2014 01:02
- Kimin yararı, kimin düzeni? Kamunun mu, toplumun mu? 12 Aralık 2014 01:04
- Sendikalara güvensizliğin kökenleri ve Memur-Sen örneği 05 Aralık 2014 01:04
- Meclis Soma Raporu’nda, çözüm yok aklama var… 21 Kasım 2014 00:58
- Kader… 14 Kasım 2014 01:02
- İşçi cinayetlerine karşı mücadele, ama nasıl? 07 Kasım 2014 01:06