10 Temmuz 2014 00:57

IŞİD, barbarlık ve halkların zor durumu

IŞİD, barbarlık ve halkların zor durumu

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Üzerinde bu kadar çok söz edilen “IŞİD’in Irak ve Suriye yerleşim alanlarında ilerlemesi ve vahşeti ”nin iç ve dış besleyicilerini doğru tespit edemeyen kim varsa, halklar yararına gelecek kaygısı da taşıyor ise, bu öldürücü “Haşerat yuvası”nın nasıl ve kim(ler) tarafından oluşturulduğunu; sahip olduğu gücü devşirmesinin “büyük kurmay güçleri”ni doğru tespit etmek zorundadır. Çünkü, kapitalist emperyalizmin “yeni dünya düzeni”nin bir istikrar sistemi, modern-gelişmiş emperyalist devletlerin istikrar gücü olduğu yönündeki hayli yaygın görüşün savunucuları, ülkemizde ve bölgemizde hiçte az değillerdir. Bu görüş örneğin, Afganistan, Irak, Libya, Suriye, Ukrayna gibi ülkelere karşı girişilen işgal ya da müdahaleleri “gerekli” sayar, ve hegemonya politikalarına karşı yurtseverce direniş ve mücadeleleri de “istikrarsızlık nedeni” olarak görür.

YIKIMIN BÜYÜK SUÇLULARI=IŞİD’İN AĞABABALARI

Çıplak gerçekler çok söze gerek bırakmıyor: Irak, Suriye, Libya, Afganistan, Ukrayna; -daha önceleri Balkanlar ve Yugoslavya- örnekleri göz önüne getirilsin, yeter. Libya’da aşiretler dönemine; Irak ve Suriye’de din-mezhep ve milliyet kökeni üzerinden bölünme ve çatışmaların tırmandırılmasına geri dönüldü. Ulusal birlik bir yana; din, mezhep, tarikat farklılıkları, etnik köken, aşiret bağı üzerinden  yaygınlaşan bölünmeler yaşanıyor. Tek tek ülkelerde ya da dünya ölçeğinde, kapitalizm çelişki, çatışma ve istikrarsızlık üretmeye devam ediyor. Tümü de aynı dünya pazarına yönelik üretim yapan tekeller, ve kaynakların yağmasından beslenen mali sermaye gruplarıyla işbirlikçileri, varlıkları ve politikalarıyla istikrarsızlık etkenidirler.
Bunların, Türkiye’nin de aralarında bulunduğu çok uluslu, farklı etnik kökenlerden ve çeşitli dinsel-mezhepsel kesimlerden insanlar arasında çelişkilerin olduğu ülkelere yaklaşımlarını belirleyen, bu çelişkilerden, bu “heterojen yapı”dan yararlanarak hakim olmak; kaynaklardan daha fazla pay almaktır. Bağlantılar bunun üzerinden kurulmuştur. Modern burjuva, vahşi tarikatçı ve yamyamla, altını, ve altından da değerli petrolü incik-boncuk yerine büyük imha gücü olan silahlarla değişmek üzere anlaşabiliyor. Yaklaşımını halkların yararını gözeterek değil, çıkarlarının bilançosu üzerinden belirliyor. Kanıtlar aylardır birçok gazetede sayılıp dökülüyor. ABD’nin, Suudi gericiliği ve Katar’ın, Türkiye yönetiminin gerek IŞİD’in köken örgütlerine, gerekse kendisine yaklaşımlarının, onları teşvik edici olduğu yönündeki yayınları yalanlama gereği bile duyulmadı. Aksine, koordine olmaları ve silahlanmalarında oynadıkları rol, bu ülkelerin istihbarat örgütlerinin raporlarına bile girdi. Obama yönetiminin IŞİD vahşetine ve şeriat ilanına karşı, ve sözüm ona Irak’ın birliği üzerine açıklamaları, suçlarını örtme çabasından bağımsız değil. Tayyip Erdoğan Hükümeti ise, Şii camileri ve türbelerinin havaya uçurulmasına, kafa kesip insan etini intikam yeminleriyle yenmesine; kendilerinden olmayanların kadınları ve kızlarının “Sünni mücahidlere helal olduğu” açıklamalarına karşı sus-pus! Musul’daki Türk “görevlileri”nin kaçırılmasının, IŞİD ile aynı toprakta filizlenen bir anlayışın Türkiye şubesi tarafından anlaşmalı bir oyun olarak sahnelenmesi olasılığı yabana atılır gibi görünmüyor.
Bunların her biri üzerinde uzun uzun durulabilir. Ama şimdi sorun, hemen hemen tüm bir bölgede Arap, Kürt, Türk, Süryani; Sünni, Şii, Hıristiyan-Müslüman aidiyeti taşıyan halkların bugünü ve geleceğine ipotek koyan gericiliğin koalisyonuna karşı ne yapılacağıdır.

HALKLARIN ZOR DURUMU VE SORUMLULUĞU

Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da yaşananlar, çok büyük oranda aynı “kaderi paylaşan” halkların bir arada yaşaması ve bu gerici güçlere karşı birlikte savaşmalarını dinamitleyici bir yönelişe girmiştir. Mısır ve Tunus’taki gelişmeler halkların aleyhine döndü. Suriye benzer durumda. Libya ve Irak’ta olduğu üzere, neredeyse aşiret yönetimleri resmi hale getirilecek. Irak’ta, barbarlık kol geziyor ve halkların bir arada yaşayabilme olanaklarını dinamitliyor. Şiilerin, Sünni tarikatları birliğinin ayrı devletçikler oluşturmaları, ve hakları olduğu üzere Kürtlerin ayrı siyasal devletlerini kurmaları durumunda dahi, bölgedeki çatışmaların sona ereceği ve istikrar içinde yaşamın olanaklı hale geleceği söylenemez. Bölge dinamit deposu ve petrol depremiyle sarsılıyor. Yüzyıl önce emperyalistler tarafından kuvvet zoruyla ve halkların iradesi hiçe sayılarak çizilen sınırlar önemli oranda aşılmış durumda. Yeni “sınırların oluşumu” ise, süren savaş ve çatışmaların seyriyle ve bölge ve dünya ölçeğinde hesapları olan emperyalist büyük güçler ile işbirlikçilerinin politikalarıyla bağlı olarak şekillenecektir.
Bu ülkelerde yaşananlar, Türkiye dahil tüm bölge ülkelerindeki halkların yaşamını olumsuz yönde etkilemekle kalmıyor; içinde bulundukları koşullarda ne yapmaları gerektiği konusunda da önemli zorluklarla karşı karşıya getiriyor. Din-mezhep-aşiret savaşları, işçi ve emekçilerin önünü bulanıklaştıran; aralarına barikat ören özelliklere sahip. Bu bir gerçek. Bu durumda ne yapılabilir? Şunlar, hangi ulustan, etnik kökenden, dini-mezhebi ‘inanç grupları’ndan olursa olsunlar tüm bölge halklarının yararına olacaktır: Her şeyden önce IŞİD vahşeti durdurulmalıdır. CIA, MİT ve Pakistan istihbarat örgütlerinin finanse ettikleri ve ABD, Suudi gericiliği, Katar ve Türkiye devlet yönetimi tarafından silahlandırılan cihadçı terörist örgütler dağıtılmalıdır. Arkalarındaki uluslararası gerici güç elini çektiğinde bu zor olmayacaktır. Mezhepler, tarikatlar temelinde bölünmenin kimseye yararı yoktur. Bu farklılıklar üzerinden düşmanlaşma, daha bugünden “Hilafet ilanı”yla başladığı üzere, Sünni inancından farklı tarikatlardan insanların dahi birbirleriyle çatışmalarında görüldüğü üzere, , daha kapsamlı kırımları gündeme getirir. Bunu önlemek üzere, bütün ‘inanç grupları’ndan en ileri kesimlerin dayanışma içinde harekete geçmeleri gerekir. Savaş ve cinayetler durdurulmalı, baskı altında tutulmaksızın halklara, nasıl yaşayacaklarına karar verme olanağı tanınmalıdır. Kürtlerin ayrı devlet kurma hakkını uygulamaya geçirmeleri karşısında kimse engelleyici ve saldırgan bir tutum alma hakkına sahip değildir. Bu durumdaki en önemli ve hayati sorun ise, Kürt emekçilerinin hak ve çıkarlarının emperyalistlerle ve işbirlikçilerine peşkeş çekilmemesidir. Bölge ülkeleri halklarının ‘uyanan kesimleri’, ileri işçi ve emekçiler, devrimci-sosyalist parti ve örgütler, aydınlar ve özellikle de genç kuşakları, bölgeyi tümüyle sarma potansiyeli taşıyan bu gerici saldırılara karşı dayanışmayı örgütlemekle karşı karşıyadırlar. Emperyalist haydutların müdahale ve oyunlarına karşı mücadelenin yükseltilmesine ihtiyaç var. Mevcut güç ilişkileri içinde, bunların başarılması hayli zor görünmekle birlikte, halklar yararına başka bir yol da bulunmuyor.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...