04 Temmuz 2014 07:25

Bilimin ticarileştirilmesi ve taşeronlaştırılması

Bilimin ticarileştirilmesi ve taşeronlaştırılması

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Faili olanı nötr/yansız gibi yazmamak gerekiyor; ticarileşme değil ticarileştirme, taşeronlaşma değil taşeronlaştırma söz konusu. Yani faili unutursak mevta oluruz. Bazen fail “aktör” değil de “faktör” gibi de sunulabiliyor. Örneğin, Dünyanın oluşumu faktöreldir, ancak üniversitenin nasıl yönetileceği daha çok “aktöreldir”. Tabii bir de “töre” (yasa) kısmı var ki kanunları aktörler mi, faktörler mi yapıyor, daha köklü bir sorundur.
Eğer bir korporasyon oluşturulacaksa; birinci soru, ne tip bir sermaye hissedarlaşması olacağı, tepe yönetimimin nasıl oluşturulacağı, kararların nasıl alınacağıdır. Bu bir tür “konvensiyonel” (convention),  bir tür “sözleşme” gibidir ancak genel geçere, egemen olana ilişkin bir sözleşme ise Adorno ve arkadaşlarına göre faşizmin daniskasıdır (Danzing’den gelen, kuzeyin güneyin para pul din imanın karışımı).
Anonim şirketlerin üst birliklerinde, TÜSİAD’da olduğu gibi, zaten sermayenin önceliği savunulacaksa, para miktarı yerine “eşit oy” hakkı da olabilir.
Sermaye katılım ortaklı korporasyon meclise inmiş, dağdan değil ovadan çıkıp gelmiş. Kapitalistler, şirket sahipleri, vekiller, hizmetkâr bürokratlar…  TBMM, YÖK, TÜSİAD… “Stockholders: sermaye hissedarı” (bazen “shareholders: paydaşlar” deniyor), yükseköğretim ve TÜBİTAK altyapılarının nasıl yönetişileceğini ve bölüşüleceğini görüşüyorlar. Bir sana bir bana, hepsi sermayedara. “Devletin malı deniz/ Yemeyen keriz” hesabı.
AKP tasarısına MHP destek veriyor, daha da genelleştirilmesini istiyor. Ardından CHP adına Adana milletvekili Ümit Özgümüş (parti içinde sol kanattan sayılıyormuş) söz alıyor, “Geç bile kaldık. Daha önceki USAM deneyimleri de var. Çok da iyi oluyor. Sabancı-TEMSA birçok işini buralarda yaptırmaya başlamıştı” gibi yasa tasarısını canı gönülden destekleyici bir konuşma yapıyor.
Üniversitelerin, TÜBİTAK’ın işliklerinin, laboratuvarlarının, araştırma altyapılarının özele devredilebileceği, ortak işletilebileceği, satılabileceği, kiralanabileceği, taşerona işlettirilebileceği, dışarıdan buralara yönetici atanabileceği, kısaca devletin/halkın/kamunun malının sermaye gruplarına peşkeş çekilebileceği (özür dileyerek düzeltiyorum: bir çiçeği veya olanağı birine sunmak)… aklınıza ne gelirse hepsi torbanın/çuvalın içinde.
Bütün meclis, milletvekillerinin hemen tümü torbanın/çuvalın içinde, pardon yanında…
Gözlerim yaşarıyor bu akşam saatinde. Meclisimiz ne de güzel anlaşıyormuş, kavgaya gürültüye ne hacet var. Keşke bütün oturumlar bu şekilde sarmaş dolaş kucaklaşarak geçse. Parasız olanlar meclise giremese, parası olan koyduğu para oranında karar süreçlerinde yer alsa ve ona uygun artıktan pay alsa. Dünyanın bildiğini bizim yeniden icat etmemize gerek yok, konvensiyonlar hazır, taslaklar hazır, öpüşün, kucaklaşın, geçirin, paylarınızı alın. Güzel güzel yönetişelim. Tutmayın beni, gözlerim yaşardı, ağlayacağım.
Çukurova zaten sıcak, 2 Temmuz’un iklimsel kasvetine bir de meclisteki co-alisyonun kasveti ekleniyor. Okuma Grubunda, geçenlerde, Freud’un ”Kültürde Huzursuzluk” eserini okumuştuk. Freud, ya tüm toplum psikozlara, nevrozlara, halüsinasyonlara, ortak sapkınlıklara düşerse o zaman işin içinden nasıl çıkılacak diye soruyordu.
Sivas cayır cayır yakıldı. Failleri unutmayalım, yanmadı bizzat yakıldı. Dünyanın dereleri, ormanları cayır cayır yakılıyor, harcanıyor. Üniversitenin laboratuvarlarının, TÜBİTAK’ın kamusal kaynaklarla yaratılmış birimlerinin sermayenin hizmetine sunulmasından daha doğalca-kapitalistçe olacağı ne var ki? Bunda garipsenecek ne var ki?
Temmuz sıcağında Sivas elleri, Maraş, Çorum yakılır, kamudan geriye ne kalmışsa, doğada ne maden kalmışsa el konulur, Soma işçileriyle diri diri yakılır:
“Bir of çeksem karşıki dağlar yıkılır/ Bugün posta günü canım sıkılır/ Ellerin mektubu gelmiş okunur/ Benim yüreğime hançer sokulur / / Şu karşıki dağda bir top kar idim/ Yağmur yağdı ılgıt ılgıt eridim/ Evvel yarin sevgilisi ben idim/ Şimdi uzaklardan bakan el oldum / / El oldum aman aman aman”
Kayseri, Elazığ, Eğin… yöresini bilmem ama memleketimin bütün varlıklarına el konmuş, madenciler cayır cayır yakılıyor, taşeron da mesele mi, üniversitelerin araştırma altyapılarına el koyulmuş, bu da mesele mi!
Soru şu ki el koyan kim, aradaki bağ ne?

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...