28 Haziran 2014 00:03

Saldırı, bağımlı siyaset yöntemidir

Saldırı, bağımlı siyaset yöntemidir

Fotoğraf: Envato

Paylaş

İktidar partisi mevkiindeki bir siyasal iradenin, hele de, bazı kuşkulara rağmen, seçmen oylarının yarısına yakın bölümünü almış olduğu durumda sergilediği görüntünün daha güçlü ve kendisine güvenli hissettiği şeklinde olması gerekirken, AKP’nin izlediği politika bunun tersini göstermektedir. Her durumda muhalefet cephesindeki partilere ölçüsüz ve saygısız çatma stratejisi, kendisini şahin hissedenlerin içindeki güvercin çırpınışını çağrıştırmaktadır. Bu durum, lider olma arzusunu yanarcasına arzulayan bir fani davranışı olarak psikolojik boyutta değil, sosyoekonomik politik tabana dayanılarak açıklanabilir.
AKP’nin iddiası olağan bir siyasi parti olmayıp, bir “dava hareketi” olduğudur. Bu politika iki açıdan fevkalade tehlikelidir. Birincisi, davanın ne olduğu seçim bildirgesi ve/veya propagandalarında açık seçik ortaya koyulmadan böyle bir misyona soyunmak, seçimlere gidilirken tabana yanlış ya da eksik bilgi verildiği anlamına gelir. Her dava halkla yürütülür ve ancak halka verilen doğru bilgiye dayalı oylar meşrudur. İkincisi ise, mevcut anayasa ile iktidara gelmiş ve bu anayasaya göre yemin etmiş iktidarın davalarını de facto gerçekleştirme yoluna girmeleri yasal ve siyasal ciddi yanlışlıktır. Başta eğitimi laiklik ilkesinden uzaklaştırmakla; vatandaşa yaraşır sosyal devlet ilkesini, bireyleri kullaştıran sadaka sistemine dönüştürmekle; ulus adına yargı erkini lider hizmetinde karar bağımlılığına zorlamakla; kuvvetler ayrılığı ilkesini “kuvvetler ahengi”(!) görüntüsünde işlevsizleştirmekle; ve, çok tehlikeli olarak, halkları ayrıştırmakla  anayasanın temel dayanakları fiilen değiştirilmiş bulunmaktadır. Öyle anlaşılıyor ki, AKP gerçekten yeni bir anayasa yapmak istiyor, ancak halkı kucaklayan değil, emperyalin davasını kotaracak bir anayasa, eğer göze alınabilirse!
Bu süreci soyut ve teorik düzeyde çözümleme deneyimi bizi şöyle bir yola sokar. Açıklamanın sosyoekonomi politik açıdan yapılması uygundur. Yürüyüşün sadaka uygulaması ve laikliği ihlal boyutu, emperyalizm rayında yürüyüşü yağlayacak sosyal taban ile ilgili görülmelidir. Hedefe ulaşmanın politik boyutu ise dış dünya ile, yani emperyalizm ile ilgilidir. Küreselleşen dünyada ekonomik olarak çözülen ulus devletler, politik ve yönetsel olarak dünya eyalet federasyonunun bir eyaleti, devlet başkanı ise eyalet valisi mesabesindedir. Eyaletler, tali işlerde teşri otonomiyi haiz olmakla beraber, önemli ve uluslararası ilişki ve işlemlerde federe yapıya bağlıdır ve oradan gelen direktifleri açık veya örtülü uygulamak durumundadır. Hal böyle olunca da ülke görünümündeki eyalet devletlerde, bu işin pek farkında olmayan halk yığınları özgürlük teraneleri ile oyalanırken, bir başkan ve “kurşun asker” misali yönetim kadrosu yeterli olduğu gibi, gerekli olan kadro da budur.
Türkiye, 1950’lerden beri sürdürülen emperyalizme entegre olma sürecinin son dönemde ulaşmış olduğu olgunlaşma aşamasında çözülme ile karşı karşıyadır. Bu çözülme, emekçi ve yoksul halktan başlayarak, zamanla merkeze, bugün güçlü algılanan dokuya kadar, daralan çember şeklinde tamamlama yolundadır. Süreç fevkalade etkin çalışırken, bu aşamaya ulaşan ve siyasal aktörünü de iktidara taşıyan dokunun tek derdi, netleşen nesiller üzerinde iş birlikçilerden hangisinin hakimiyetinin devam edeceği meselesidir. Emperyalizmin de karar masasında olduğu on yıllık ortaklığın sahtece gizlendiği “paralel devlet” çatışması da, cumhurbaşkanı aday sıkıntısı da aynı odaktan kaynaklanan özdeş sorunların farklı boyutlarıdır.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...