30 Mayıs 2014 00:11

‘Meclisi boşaltın!’

‘Meclisi boşaltın!’

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Son günlerde “Meclisi boşaltın” içerikli bir imza metni ortalıkta dolaşıyor. Bu metin  “AKP’nin herhangi bir meşruiyeti kalmadı. Bu hükümet durmaksızın suç işliyor, halkı aşağılıyor, Türkiye’yi zehirliyor... Kural, yasa, vicdan tanımayan bu hükümet varlığını TBMM’ye borçlu. TBMM üyeleri Erdoğan ve arkadaşlarının hesap vermesinin önünü açmalıdır. Bunun yolu artık sadece istifadan geçer. Milletvekilleri bu ortamda geriye kalan tek görevlerini yerine getirmeli, istifa etmelidirler. Çağrımız kendini “milletin vekili” olarak görenlere: Meclisi boşaltın, AKP’yi susturun!”
Bu metne ilk desteklerden birisi Sol Cephe’den geldi. Sol Cephe açıklamasında şöyle deniliyor: “Ekteki metinle ve ilk imzacıları ile birlikte basında yer alan kampanyayı, Sol Cephe olarak destekliyor ve çağrıyı yineliyoruz: “Çağrımız kendini “milletin vekili” olarak görenlere: Meclisi boşaltın, AKP’yi susturun!” Metni yazanları ve destekçileri kutlamak gerekiyor! Doğrusu bugüne kadar AKP’yi (Hükümetini) susturmanın bu kadar kolay bir yolunun bulunduğu hiç birimizin aklına gelmemişti! Eminiz bu buluş dünya politika tarihine eşi benzeri görülmeyen olağanüstü bir taktik olarak geçecek(!)
Gerçi geçmişte devrimden önce Rusya’da, Bolşevik Partisi içinde Otzovistler diye bir grup ortaya çıkmıştı. Bunlar sosyal-demokrat milletvekillerinin Üçüncü Duma’dan (1907-1912) -ki bu Duma bugünkü TBMM’ye göre çok daha gerici idi- geri çekilmelerini istiyorlardı. Bunlar eleştirildi ve Bolşevik Partisinden atıldılar. Ama hiç olmazsa Otzovistlerin çağrılarının hedefi belli idi. Onlar “kendini milletin vekili olarak gören” belirsiz bir hedefe değil, sosyal-demokrat milletvekillerine sesleniyorlar, onların Duma’dan çekilmelerini, legal alandaki parti çalışmalarına son verilmesini istiyorlardı vb. Yani bütünüyle yanlış bir çizgi de ilerlemek istiyorlardı. Bugün ise tarihsel ve siyasal olarak bambaşka bir ortamda yaşanıyor.
Biraz gerçeklere bakalım: AKP Hükümeti “varlığını TBMM’ye borçlu”, TBMM ise “varlığını ve meşruiyetini” düzenli yapılan seçimlere –halkın seçimlere katılım oranları dikkati çekecek kadar yüksektir!- borçlu! İşte bu Meclisin ezici çoğunluğunu AKP, MHP ve CHP’li milletvekilleri oluşturuyor. Bunların hemen hemen tümünün iddiası “milletin kendilerine Mecliste temsil yetkisi verdiği” ve Mecliste siyasi mücadeleyi sürdürecekleridir. CHP yönetimini bağlayacak bir açıklama da bütünüyle bu yönde oldu. MHP ve AKP milletvekilleri için ise zaten böyle bir sorun bulunmuyor. Geriye bir tek HDP milletvekilleri kalıyor. Onlar da Mecliste demokrasi ve özgürlükler için mücadele eden tek grup olarak bulunuyorlar.
Mecliste gerçek muhalefet denilebilecek bir şey varsa, o da bu grup tarafından yapılıyor. Bu grup ağırlıklı olarak Kürt halkını ve Türk halkının demokrasi ve özgürlüğü savunan ne yazık ki bir azınlığını temsil ediyorlar. Bu vekiller parlamento kürsülerini kullanarak halka bazı gerçekleri açıklamaya çalışıyorlar. Şu sıralar Kürt halkının bu vekillere “Meclisi terk edin” diye bir açıklaması, çağrısı ise bulunmuyor. “Meclisi terk edin” çağrısını yapanlar ise muhtemelen HDP, HDK çizgisine hiç oy vermediler. Meclis, ya da daha farklı bir ifade ile parlamento düzeyindeki gerçekler bunlar.
Bir de politik mücadelenin, sınıflar mücadelesinin, parlamenter mücadeleyi de içine alan daha geniş bir alanı bulunuyor. Örneğin HDP, HDK içerisinde bulunan Emek Partisi parlamentodan yararlanmayı içeren mücadele yöntemlerini reddetmemekle birlikte asıl olarak belirleyici olanın işçi ve emekçi kitlelerinin mücadelesi olduğunu vurguluyor ve bu kitlelerin uyanmasını, mücadele etmesini ve örgütlenmesini savunan bir çizgi izliyor. Yani parlamentoyu merkez alan bir mücadele hattını değil, kitlelerin devrimci girişkenliğinin artmasını hedefleyen bir mücadele hattı izliyor. Parlamenter mevziler de bu amaç için kullanılıyor vb.
Diğer yandan bu ülkede Kürtleri temsil eden politik çizginin de, sadece parlamentoda boy gösterdiğini iddia edecek aklı başında tek kişi var mı doğrusu merak konusudur. Evet onlar da parlamenter mücadele biçimlerini kullanıyorlar, ama sokaklardaki kitleler ve dağlardaki varlıklar bu mücadelenin asıl dayanakları durumunda. Yani parlamentoyu kullanan gerçek muhalefet diyebileceğimiz kesimlerin parlamenter ahmaklık diyebileceğimiz bir çizgiyle yakından uzaktan bir ilgileri bulunmuyor. Meclisi terketmek türünden bir deve kuşu taktiğinin sorunlara çare olabileceğini, Hükümeti “susturabileceğini” düşünmek ve öyle davranmak gibi bir anlayışları da bulunmuyor. Çağrıyı yapanlar ise –ilginçtir ilk imzacılar arasında bir sendikanın genel başkanı da bulunuyor!- bu çağrının yanıltıcı keskinliği ardında, dikkatleri Meclis’e çekmekten, kitleler içinde Meclise ilişkin yanlış hayaller yaymaktan başka bir şey yapmıyorlar. Bunların açıkça anlamaları gerekiyor ki, AKP Hükümeti bugünkü Meclis aksiyonları içinde etkisizleştirilemez, tecrit edilemez, onunla bu yöntemlerle baş edilemez.
Halk hareketi eğer AKP Hükümetini geriletecek, onun saldırılarını püskürtebilecek bir yol izleyecekse, parlamenter ve parlamenter olmayan kitle ve halk hareketine dayanan tüm mücadele biçimlerini başarıyla kullanmak durumundadır. Fabrikaları, işyerlerini, okulları boşaltıp sokakları dolduran bir halk hareketi karşısında hangi hükümet dayanabilir, hangi parlamento desteği onu ayakta tutabilir ki? Evet halk hareketi henüz bu kadar güçlü değil. Peki ama bu durumda onun gelişmesi yönünde çaba göstermek ve çalışmak, anarko-sendikalizmi çağrıştıran keskin ve içi boş çağrılar yapmaktan, halk arasında yanılgılar yaratan sloganlar üretmekten daha yararlı olmaz mı?

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...