30 Mayıs 2014 00:09

AP seçimleri neyin göstergesi?

AP seçimleri neyin göstergesi?

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Pazar günü yapılan Avrupa Parlamentosu seçimlerinin ortaya koyduğu tablo hem siyasi iklim hem de AB’nin geleceği bakımından önemli mesajlar içeriyor. 28 ülkeden 400 milyon seçmenin sandık başına çağrılı olduğu seçimlerin gösterdiklerini şu şekilde sıralamak mümkün:
Birincisi; 400 milyon seçmenin sadece yüzde 43’ünün sandık başına gitmeye gerek görmemesi, geniş kitleler arasında Avrupa Parlamentosunun işlevsiz, “demokrasi gösterisi”nden ibaret olduğunu düşündüğünü gösteriyor. Bu oran Doğu Avrupa ülkelerinde çok daha dibe vurmuş. Slovakya’da seçmenlerin sadece yüzde 13’ü (2009’da yüzde 20), Çek Cumhuriyetinde yüzde 19’u, Slovenya’da yüzde 20’si, Polonya’da yüzde 22’si sandık başına gitti. Bütün Doğu Avrupa ülkelerinde katılım beş yıl öncesine göre düştü. Bu da on yıl önce büyük bir sevinçle AB’ye üye olan ülkelerde güven ve heyecanın kısa sürdüğünü gösteriyor.
Katılımın yüksek olduğu Belçika ve Luxemburg’da oy kullanmayanlara para cezası verileceğinden, halkın zoraki sandık başına götürüldüğü görülüyor.
Bu “katılım tablosu”nun kendisi bile, milyonlarca yurttaşın AB’ye tepkili olduğunu gösteriyor.
İkincisi: Seçimlerde AB karşıtı ya da AB politikalarını eleştiren güçler önemli oranda başarı elde ettiler. Fransa’da Milliyetçi Cephenin (FN), İngiltere’de Birleşik Krallık Bağımsızlık Partisinin (UKIP), Danimarka’da Halk Partisinin (DP) birinci olması, ırkçı hareketin yükseliş içinde olduğunu gösteriyor. AB’deki zenginliğin, refahın azalmasının sorumlusunun göçmenler ve sığınmacılar olduğunu iddia eden bu ırkçı-yabancı düşmanı akımlar, elbette bulundukları ülkelerde AB’den zarar gören ulusal sermaye güçleri tarafından da destekleniyor. Görünen o ki, genel olarak Brüksel’de AB adına ne kadar çok fazla karar alınıp, halka dayatılırsa, AB’ye tepkiler de o kadar yükselecek.
Üçüncüsü: Sadece ırkçı partiler değil aynı zamanda “AB şüphecisi” diye adlandırılan, muhafazakar-liberal çizgideki parti ve akımlar da seçimlerden öncesine göre güçlenerek çıktı. Buna karşın, Hristiyan demokrat çizgideki partilerin sandalye sayısı 275’ten 213’e düştü. Bu durum, önümüzdeki süreçte, sistemin iki ana ayağından biri olan Hristiyan Demokratların güç kaybetme sürecinde bulunduğunu gösteriyor. Diğer ayak sosyal demokratlar ise bir önceki seçimlerde zaten dibe vurmuştu.
Bu durumdan geleneksel burjuva partilerinin zayıfladığı, onların yanına yenilerini eklendiği ve aralarındaki oy farkının da azaldığı anlaşılıyor .
Dördüncüsü: Sol sosyal demokrat, ilerici ve antifaşist partilerin oluşturduğu grup beş yıl öncesine göre milletvekili sayısını 35’ten 42’ye çıkardı. Bu artışta elbette Syriza’nın Yunanistan’da birinci olmasının büyük payı var. Hollanda, İspanya, Portekiz, İrlanda, İsveç, Danimarka ve Finlandiya’da da sol güçler oylarını artırdı. Almanya’da ise Sol Parti yüzde 7.4 ile AP’ye 7 milletvekili gönderiyor.
AB tarafından tek tek ülkelere dayatılan tasarruf politikalarına karşı çıkan bu sol partilerin çoğu AB’ni dağıtılması, avroya son verilmesi gibi talepleri dillendirmiyor. Bunu dillendirenler ise, tıpkı Hollanda’da olduğu gibi, halktan önemli desek alıyor.
AB’den ve avrodan çıkışı savunmayan soldaki partiler daha çok “sosyal Avrupa”, “demokratik Avrupa”, “ekolojik Avrupa” gibi çok genel sloganları öne çıkararak propaganda yapıyorlar. Bu da pek yankı yaratmıyor. Bunca krize rağmen, Syriza dışındaki güçlerin, ciddi bir toparlanma içerisinde girmediği görülüyor..
AB’ye ve avroya kafadan hayır diyen ırkçıların yükselişi açık olarak görülürken, solunun ulusalcılığa düşmeden, enternasyonalist çizgisini koruyarak, yeni bir dil ve politika belirlemesi kaçınılmaz görünüyor. Aksi halde, AB’nin dayattığı kısıtlama programlarının altında ezilen emekçi sınıflar Neonazi, ırkçı hareketler tarafından yedeklenmeye devam edecekler.
Mevcut AB’nin emekçi sınıflardan yana olmadığı son krizle birlikte ayan beyan ortaya çıkmıştır. Bu nedenle sermayenin Avrupa’sına, milliyetçiliğe karşı halkların kardeşçe refah içerisinde yaşayabileceği bir Avrupa talebi çok daha yüksek sesle dillendirilmesi gerekiyor. Mevcut AB’nin dağıtılması, yerine sermayenin çıkarlarına göre değil, emekçilerin taleplerinin esas alındığı, sınırların olmadığı bir Avrupa fikri daha cesur bir şekilde işlenmesi gerekiyor.
Aksi taktirde AB’ye tepkilerin solda birleştirilmesi zor görünmüyor.
Ve seçim sonuçları gösteriyor ki, Euro’ya geçişle birlikte alım güçleri düşen, çalışma koşulları kötüleşen, işsizlik ve yoksulluk girdabı içine itilen milyonlarca insan AB’den kurtulmak için şimdi çarenin yeniden ulusal paraya dönüşte olduğuna inanıyor.
Nereden bakılırsa bakılsın, son AP seçimleri kıta Avrupa’sında her bakımdan çelişkileri, çıkar çatışmalarını biraz daha gün yüzüne çıkarmış, mevcut haliyle birleşik bir Avrupa’nın kolay olmadığını göstermiştir.
En önemlisi de, AB’nin politikalarını belirleyen egemen ülkelerin ve güçlerin işi bundan sonra eskisinden çok daha zor olacak.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...