21 Mayıs 2014 00:05

Gezi/Soma/sokak

Gezi/Soma/sokak

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Geçen yıl 79 kentte sokakların ısındığı haziran halk direnişinin yıl dönümü yaklaşıyor. Bir yıl boyunca birçok kesimde, pek çok bakımdan tamamına ermemiş bu direnişin bir benzerini iradi olarak yaratma çabası, her küçük hareketi devasa bir kitle hareketine dönüştürme konusunda esaslı bir istek görüldü. Bu önemsenmeyecek bir istek değil. Üstelik Gezi direnişi güçlerinin en son Berkin Elvan cenazesinde olduğu gibi yine kendiliğinden sokağa çıkmasının da gösterdiği gibi, kendisini sürekli şarj eden, sonra açığa vuran ve tekrar geri çekilen bir potansiyel var. Ancak bu potansiyelin, sanki asıl problem çağrı eksikliğiymiş gibi ikide bir de yapılan sokağa çıkma çağrılarıyla harekete geçeceğini zannetmek vahim bir hata. Çağrının çoğu kere bir karşılık bulamaması bu çağrıyı yapanları da yoruyor. Gezi kitlesini elde bir görmek, biraz kışkırtınca hazirandaki hareketli aslına geri dönecekmiş sanmak ne yazık ki bir Gezi hastalığı olarak sürüyor.  
Bu ciddi problem kendisini en iyi 1 Mayıs’ta açık etti. Tertip komitesinde yer alan sendika ve kitle örgütlerinin üyelerinin ana gövdesinin katılmadığı, en kararlı, en solcuların her şeyi öze alarak toplanma yerlerine ulaşmaya çalıştığı bir 1 Mayıs günü yaşadık. 1 Mayıs katılımcıları arasında Gezi’nin çoğu gücü de yoktu. Bunun sebebi günler öncesinden geliyorum diyen polis şiddeti de olabilir ama asıl mesele İstanbul’un bütün sokaklarını değilse bile belli başlı olanlarını Taksim’e bağlamaya çalışan bir hattı oluşturma basiretinin gösterilememiş olmasında. Herkes tek tek toplanma yerlerine kendi başına ulaşmayı garantiye nasıl alacağına kafa yormakla meşguldü o gün.    
O halde sürekli çağrının yapıldığı sokağın ne anlama geldiğini, sokağa çıkış haritasını tartışmak elzem görünüyor.
Kent merkezindeki bir meydanın veya caddenin tek başına sokağın ideası haline geldiği, bu merkezin birkaç vurucu akınla kazanılabileceğinin sanıldığı tuhaf bir dönem yaşıyoruz. Oysa sokağı kazanmak veya bu ideaya yaklaşmak harcanan çabanın nitelik olarak çok daha fazlasını, çok daha uzun vadeli bir hazırlığı gerektiriyor. Sokağı kazanmak işyerlerini, mahalleleri, sokağın iki yanına dizilmiş evleri, okulları, büroları, dükkanları kazanmayı, ana meydanı hedeflemeden önce gereken lojistiği güvenceye almayı gerektiriyor. Merkezdeki meydan bu evlerde ve işyerlerinde yaşayanların hakkı; ancak onların pek önemsenmeyen ve eninde sonunda politik, küçük gündelik taleplerinin üstünü örtecek bir rol oynuyor idealize edilmiş hedefler. Bu ciddiye alınmazsa halka talep dayatmanın karşılığı hiçbir zaman alınamayacak.
Soma faciası bize bir kez daha acı bir biçimde gösterdi: bu ülkenin emekçileri güvencesiz işlerde üç otuz kuruşa çalışıyor. İşçi sağlığı ve güvencesinin hiçbir kıymetinin olmadığı taşeron ve esnek çalışma düzeni, açlık ile yaşamsal tehlike arasındaki kıskaçta sonu fecaatla bitebilen bir gündelik hayat yaşamaya zorluyor insanları. Üstelik bu berbat işlerde çalışabilmek için de iktidardaki partinin inayetini sağlamaktan başka seçenek yok.
Öyleyse sokak örneğin taşeron emekçinin bulunduğu, çalıştığı, yaşadığı yerdeki talep tarafından kuruluyor artık. Bu sokaktan geçmeden, buralarda biriktirmeden her gün bir biçimde saldırıya uğradığımız bir ülkenin demokratikleşme sorunlarını asla çözemeyeceğiz.
Bu durum göz önünde bulundurulmadan kentlerin belli başlı merkezi alanlarını sokak vehmederek yapılan çağrıların sokağın kendisini talep haline getirmek, ama daha önemlisi herkesin kendi talebiyle bir araya gelebileceği bir büyük sokağın kuruluşunu sürekli ötelemek gibi bir kısır döngüye düşme riski var.
Son bir yıldır, düzensiz seyreden işçi eylemleri tıpkı 19. yüzyıldaki gibi, cam çerçeve indirmekten düzenin polis gücüne kafa tutmaya kadar çatışmalı bir karakter göstermeye başladı. Soma’da da böyle durumlarda şimdiye kadar görülmemiş bir tepki gelişti. Denebilir ki emekçi mahallelerinde solcu iradeciliğin ve radikalizmin üzerine düşünmediği bir sokak oluşmaya başladı. Günün birinde bu sokak kentin merkeziyle buluşacak elbette ama kendiliğinden değil, kendi talebiyle.
İşte buna hazırlanalım, hazır olalım... 

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...