10 Mayıs 2014 00:16

Kapitalist sistemde sermayeye niçin çatılır?

Kapitalist sistemde sermayeye niçin çatılır?

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Bir ülkede uygulanan ekonomik sistem kapitalizm ise, açıktır ki, sistemin tüm unsur ve kurumlarına sermaye hakimdir. Bu sistemde, başta bizzat devlet organları olmak üzere, hukuk sistemi, eğitim sistemi, aile sistemi, hatta inanç sistemi dahi sermayenin emrinde ve hizmetindedir. Kapitalizmde devlet kurumunun mülkü sahibi olmamasının nedeni de, devletin sermaye karşısında güçlü olmasını engellemektir. Halkımızın şuursuzca özelleştirmelere destek verirken öne çıkarılan verim meselesi tam bir aldatmaca idi; zira özel işletmeler de kârlı olmalarına rağmen verimsiz idi. Özelleştirmeleri dayatmada burjuvazinin ve emperyalizmin asıl amacı toplumsal kararlarda kamu erkinin gücünü özel sermaye ve emperyalizm lehine zayıflatmak idi.
Gezi direnişi ertesinde ve giderek AKP yönetiminin sermaye kesimine karşı sertleşen (ya da öyle görünen) tavrı böyle bir sistem yapısında nasıl değerlendirilebilir? Ya da başka açıdan bakarsak, bir siyasi kişi herkese ve her kuruma çatıyorsa, bunun bir gerekçesi ve anlaşılabilir bir nedeni var mıdır, yoksa, bu durum sistematik davranışsal kişilik konusu ya da sorunu olarak mı görülmelidir? Burada olayı, kişilik boyutundan soyutlayıp, politik açıdan ele almak istiyorum.
Genel olarak kamu yöneticilerinin sertleşmesinin politik açıklaması çeşitli şekilde yapılabilir. Genel bir açıklama, siyasetçinin dayandığı tabana mesaj vererek oy garantisini sağlamaktır. Nitekim, iktidara geldiğinden beri mağdur rolü oynamak ve mağdur kesimlerin temsilcisi rolüne soyunmak olan iktidar parti yöneticilerinin bu rollerinde oldukça başarılı oldukları görülüyor. Halkın kutsal duygularına saygı gösterilmediği ya da malum türban konusu gerekçesine sığınan iktidar, bizzat kendi yarattığı mağduriyet söylemi üzerinden oluşturduğu toplumsal algılama perdelemesi altında, emperyalizmin toplumsal proje ihalesini uygulamaktadır. Mağduriyet söyleminden başlayarak, toplumsal kurumların çökertilmesi ile, Ortadoğu’da İran dışında şimdilik ayakta kalmış tek devlet olan Türkiye üzerindeki projenin adımlarıdır.
Bu bağlamda siyasilerin burjuvaziye ya da özellikle bir grup sermaye kesimine çatma nedeninin mantığı burada da geçerli olmakla beraber, Aziz Nesin ünlü hikayesini de hatırlamalıyız; patron ustabaşına, ustabaşı işçiye, işçi evde karısına, kadın da kediye baskı kurunca, sonuçta kedi evden kaçar vs... Politikacıların çağdaş siyaset yapma etiğine ve insana saygı anlayışına yakışmayan tavırlarına yeni yetme neslin nasıl imrendiği gözleniyorsa; bu patoloji “emekçi-patron” ilişkisinin “siyasetçi-patron” ilişkisinin yumuşatılmaya çalışılmasında da gözlenebilir.
Ancak bu politika; birincisi emeğe karşı sahte ve çok saygısızca yürütülen bir strateji olduğundan, ikincisi ve daha da önemlisi, kapitalist ulus-devlet çatısının kurumlarından biri olan ve bu sıfatla, emperyalizm lehine müteahhit rolündeki yapı-bozucu siyasal örgüt politikalarına direnebilecek dokuyu güçsüzleştirerek ülkenin emperyalizme karşı korunma reflekslerinden birinin kırılması anlamı taşıdığından, kapitalizm içinde dahi ülke açısından tehlikelidir. Zira böyle bir mikro toplumsal mühendislik, toplumun geleceği aleyhine, emperyalizmin makro hedeflerine hizmet eder. Emperyalizmin emrinde şekillendirilmiş böyle bir siyasal yapı ve siyaset, ne emekçiye ne de halka yardır; Marx’ın tanımladığı şekliyle, burada siyasetçi emperyalizme hizmet ederken halkına proleterleşme ve  yoksullaşma asfaltı döşemektedir!

NOT: 8 Mart yazıma ilgi ile değerli eleştirileri için Sayın Fulya Alikoç’a teşekkür ederim.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa