10 Nisan 2014 00:13

Gösterilmeyeni göstermekten, gösterileni bile göstermemeye

Gösterilmeyeni göstermekten, gösterileni bile göstermemeye

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Gösteriler barışçıl olarak başlıyor ama askerlerin halkın üzerine ateş açması üzerine epey kanlı bir hale bürünüyor. Çocuklar öldürülüyor. Ağıtlar yakılıyor. Yıllardır ülkeyi yöneten ailenin devrilmesini isteyen bir grup genç giderek radikalleşiyor. Silahlanıyorlar. Yıkılmış, boşalmış şehirlerde çatışmalar sürüyor. Aralarında özgürlükten ve diktatörden kurtulmaktan söz ediyorlar. Bunun için ölümü göze almışlar. Humus’a Dönüş, Suriye’den böyle bir öykü anlatıyor.
İstanbul Film Festivali’nde Suriye’de Esad rejimiyle muhalifler denen gruplar arasındaki çatışmalara dair bir film olması hemen dikkat çekmişti. Batı’nın büyük festivallerinde de gösterilmiş ve ödüller almış olan Humus’a Dönüş, rejim muhalifi bir grubun Humus şehrinde çatışıp, oradan çıkıp, tekrar dönmesi sürecini takip ediyor. Arap baharının başından bu yana bölgede yaşananları yansıtan belgesellere özel bir ilgi gösteren seyirciler, burada da yönetmen Talal Derki’nin katıldığı gösterimde salonu doldurmuştu. Duygulanıldı, öfkelenildi ama filmin de yaptığı gibi, tartışılmadı.
Suriye gibi bu kadar çetrefilli ve bütün dünyanın ilgilenip tutum aldığı bir konuda yapılabilecek politik olarak en zayıf film olmalı Humus’a Dönüş. Kanlı görüntülerden kaçınmıyor, cesetler, yaralanmalar, çatışmanın tam göbeğinde yapılmış çekimler seyirciyi koltuğuna mıhlamayı beceriyor. Kendilerine “devrimci” diyen arkadaş grubunun, en azından başında şehrin yerlilerinden olduğu anlaşılıyor. Cihatçılarla birlikte hareket ettikleri de. Ama ne kadar onlardan oldukları, ya da Esad’ın gitmesini neden istedikleri, gitmesini istemek dışında neyi savundukları hiç belli değil. Selefilerle birlikte çatışmaya katılıyorlar, ÖSO’nun cepheye geleceğini haber alıyorlar ama bunlarla filmin kahramanları arasında ideolojik, askeri ya da örgütsel ortaklığın düzeyine dair tek cümle olmaması, ancak kasıtlı olarak saklanmasıyla mümkün. Esad’ın askerlerinin insanları öldürdüğünü hatırlatmak ve kendilerine “devrimci” demek dışında bir tek siyasi laf etmemeleri, belli ki bilinçli bir tercih. Zaten belli edilmeyen o kadar çok şey var ki, bu kadar bilgilendirici olmayan bir belgesel daha bulmak güçtür.
Bir gün, yaralanıp bir süre yanlarına gelmeyen bir arkadaşlarının gözünden gördüğümüz manzara şu. O zamana kadar sokak eylemleri yapan grup, evde irili ufaklı onca silahı temizliyor, onlarla oynuyor, şakalaşıyor. Anlatıcı, yönetmenin sesi, barışçıl yöntemlerle asla kazanamayacaklarına inandıklarını, bu yüzden silahlanmak zorunda hissettiklerini söylüyor. Arada ise, silahların nereden geldiği sorusuna küçük bir yanıt geçiveriyor, “dış yardım”. Belki de bize göre “dış” sayılmayacak kadar uzak değildir, kaynağı.
Filmin izlediği karakterlerden Usame, bir yerden sonra ortadan kayboluyor. Yönetmen Derki, söyleşisinde onun “karanlık ve acımasız” birine dönüştüğünü anlattı, sonra da “Rejimle isyancılar arasında bir fark kalmadı” dedi. Filmse, bunun filmi değil. Derki medyanın göstermediğini göstermek için yola çıktıklarını söylemişti, sonunda, gösterileni bile göstermeyen, gözlerden kaçıran bir filmle seyirci karşısına çıkmış.
Sonuna kadar takip ettiği karakter olan Based, bir grubun lideri konumunda. Ünlü bir futbolcu, kaleci ve artık, adanmış bir savaşçı. Sık sık özgürlük ve şehadet hakkında şarkılar söylüyor, heyecanını hiç zapt edemiyor, etrafındakileri yönlendirmeye çalışıyor. Duygusal biri olduğu muhakkak, ama duyguları nereye oturtacağını bilmesi için seyirciye duygular dışında bir şey sunmak gerekirdi. Humus’a Dönüş’ün ise öyle bir niyeti yok. Filmin hiçbir yerinde söylenmese de, haber izleyen herkesin anlayacağı üzere; Esad’a karşı birileri tarafından ellerine silah verilmiş, cihatçılarla birlikte hareket eden, yani birçok masum insanı katleden, Alevilere, Kürtlere katliam yapan, kafalar kesen, çocuklar öldüren “muhalifler” denen grupların bir parçasının hikayesi bu.
Büyük resimden inatla kaçıp seyircisini küçük ölçekte yaşananlara odaklayan her filmdeki gibi, gerçeğin, doğrunun, haklının nerede olduğu ölçüsü kaçıveriyor. Bu muhalifleri kimlerin neden beslediği, yaptıkları katliamlar, Rojava’da yaşanan asıl devrim, ne kadar resmin dışında kalabilirse, Suriye’yi anlatma iddiası da o kadar kalıyor. Irak’ta saldırıya uğrayan Amerikan askerlerinin trajedisini anlatan filmler kadar maksatlı olmamalıydı, ağzından şehrini savunmaya dair kelimeler çıkan gençlerin öyküsü. Ama zaten, bu film de yine ancak Ortadoğu’ya tepeden bakan Batılı seyirci tarafından bağra basıldı. Esad bir diktatör ve ona direnenler var; ülkedeki genel durumun böyle bir ezberle açıklanacak olduğuna inananlar için her şey çok kolay. Ama bombalar patlamış, silah dolu tırlar yakalanmış, devletin en tepelerinde savaş çıkarmak için provokasyonlar konuşulmuş, cihatçılar açıktan desteklenmiş, kimyasal saldırıya bulaşılmış, Ceylanpınar’da seçim sonuçlarına rağmen belediye gasp edilmişken, o kadar saf olabilen varsa buyursun.
Bu gençlerin nasıl bir motivasyonla isyana katıldıklarını anlatan bir film ilginç olabilirdi de, savaşın en mağdurları olarak gösterilmelerinin anlaşılır bir tarafı yok.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...