28 Mart 2014 00:27

ABD ve AB'nin savaş ittifakı

ABD ve AB\'nin savaş ittifakı

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Önceki gün Brüksel’de ABD-AB Zirvesi’ne katılan ABD Başkanı Barack Obama, Rusya’nın Kırım hamlesinden sonra oluşan dengeler çerçevesinde AB’ye adeta her konuda “garantörlük” sözü verdi. Yeter ki; AB ülkeleri bundan sonra ABD ile aynı safta yer alsınlar!
Obama’nın açıklamaları, Soğuk Savaş yıllarında ABD’nin Batı Avrupa ülkelerini himayesine alarak Sovyetlere karşı “antikomünizm merkezleri” olarak kullanıldığı yılları anımsatıyor.
Ama bu sefer “antikomünizm” yerine “Rusya fobisi” Batılı emperyalist devletleri kenetlemiş görünüyor. Zira ortada eskisi gibi bir ideolojik bir ayrım yok, emperyalist paylaşım mücadelesi var. Bu mücadelede Avrupa devletleri yeniden ABD’nin arkasında saf tutmuş görünüyor.
Halbuki, son bir kaç yıldır ABD ile Batı Avrupalı kapitalist ülkeler arasındaki çelişkiler artmış, karşılıklı eleştirilerin dozajı yükselmişti. NSA skandalıyla ortaya çıkan dinlemeler karşılıklı güvensizliğin ne denli derin olduğunu göstermişti.
AB’yi kendisine rakip bir güç olmasını istemediği için bugüne kadar doğrudan muhatap olmaya dahi yanaşmayan ABD, bu kez doğrudan AB Komisyonu ve AB Konseyini muhatap aldı.
Halbuki, dört yıl önceki ABD-AB Zirvesi akşam yemeğinde AB temsilcileri Obama’yla aynı masada oturmak istediklerini söylediklerinde, Obama randevularını gerekçe göstererek son anda katılmaktan vazgeçmişti. 2011’den bu yana da ABD-AB zirveleri yapılmıyor.
Der Spiegel, bu durumu “Yeniden iyi dost olanlardan Putin’e teşekkür” diye verdi. Hakikaten de, Putin’in Kırım hamlesi olmasaydı AB ile ABD bu şekilde canciğer olmayacaktı. Bu yeniden yakınlaşmayı Rusya’nın izlediği politikalara borçlular.
“Kırım Krizi” bir süredir derin dondurucuya konulan transatlantik ilişkileri yeniden canlandırdı. ABD ile AB arasında imzalanması planlanan “Transatlantik Serbest Ticaret Bölgesi Anlaşması” yeniden gündemde. Hatta Obama, hızını alamayarak Avrupa ülkelerinin ihtiyaç duyduğu doğal gazın ABD tarafından verileceğini dahi söyledi.
Bütün bunlar elbette içinden geçilen süreçle ilgili. Zira, dönemin ihtiyacı AB’nin Rusya-Çin eksenine karşı ABD ile birlikte hareket eden bir merkez olmasını gerektiriyor.
Zaten AB’nin kendisi böylesi bir ihtiyaçtan doğmamış mıydı?
İkinci Dünya Savaşından sonra oluşan dengeler nedeniyle Batı Avrupa’yı Doğu Bloku’na karşı bir araya getirmenin gereği üzerinden kurulan AB, Soğuk Savaşın bitmesinden sonra daha çok Alman-Fransız sermayesinin çıkarlarını koruma ve geliştirme merkezine dönüşmüş, bu yüzden de birliği oluşturan güçler arasında pek çok çatlak oluşmuştu.
Her emperyalist gücün kendi çıkarlarına göre politika belirlediği koşullarda, Rusya’nın bir emperyalist devlet olarak Ukrayna üzerindeki etkisini güçlendirmek, Kırım’ı topraklarına katması, Batı dünyasını bir kez daha “mecburi” olarak bir araya getirmiş görünüyor.
Brüksel’deki ABD-AB Zirvesi, bunun ilanından başka bir şey değil.
Bütün bunlar elbette önümüzdeki dönemde AB ile Rusya arasındaki ilişkilerin alabileceği gerileceği anlamına geliyor. Çünkü, Obama’nın yaptığı açıklamada da görülebileceği gibi, ABD bütün AB ülkelerine yeniden silahlanmayı dayatıyor ve NATO’nun Doğu Avrupa ülkelerinde Rusya’ya karşı daha etkili konumlandırılması amaçlanıyor. Böylesine bir hamle Türkiye-Rusya ilişkilerini de önemli ölçüde etkileyecek.
NATO’nun Doğu Avrupa’ya yapacağı askeri yığınakların en gerilimli anının  Ukrayna’nın NATO’ya üye yapılıp yapılmaması konusu olacağı anlaşılıyor. Ukrayna’nın Batı iş birlikçisi yöneticileri şimdilik böyle bir girişimin olmadığını söylüyorlar. Ancak öyle görünüyor ki, ileride üyelik süreci güçlü bir şekilde gündeme gelecek.
Bu durumda asıl belirleyici olan Rusya’nın tavrı olacak. Kırım’ı alan Rusya’nın, Batı Ukrayna üzerinde çok fazla ısrarlı davranmaması durumunda, gerilim bir süreliğine ertelenebilir. Ama bu sadece fırtına öncesi sessizlikten başka bir şey olmayacak. Zira, Batılı emperyalist devletlerin amacı Rusya’yı askeri olarak çevrelemektir. Bazı Alman politikacılar bir kaç gündür Kırım’ın kaybedildiğinin Avrupa tarafından “reel politika” gereği kabul edilmesini dillendirerek, Rusya’yla ilişkilerin normalleştirilmesi gerektiğini savunuyor.
Ne var ki; ABD’nin buna izin vermesi şimdiki koşullarda mümkün görünmüyor. Tersine bütün planlar Rusya ile gerilimin artırılması üzerine kurulmuş.
Bu politikanın başta Ukrayna olmak üzere Doğu ve Batı Avrupa ülkelerinde halklar arasında büyük bir baskının oluşmasını, sosyal alanlardan kesintilerin yapılarak askeri alanlara daha fazla bütçe ayrılmasını gündeme getirmiş bulunuyor.
Bu nedenle militarizme ve savaş planlarına karşı mücadele Avrupa’da giderek büyük bir önem kazanıyor.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa