15 Şubat 2014 01:10

Dehşete düştüm

Dehşete düştüm

Fotoğraf: Envato

Paylaş

En sonda söyleyeceğimi başta söyleyeyim: Birincisi, kurtuluş savaşları ülkenin yabancılar tarafından işgali durumunda işgalcilere karşı yapılır; ikincisi, Türkiye bir Kurtuluş Savaşı yapmış, başarı ile çıkarak, istiklaline kavuşmuştur. Niçin bunları yazdım, çünkü geçen hafta içinde Başbakan bir konuşmasında Türkiye’nin kurtuluş savaşı verdiğini ve bundan muzaffer çıkarak şaha kalkacağı mealinde bir ifadede bulundu. Başbakanın ikinci dileği, tabiatıyla, hepimizindir, ama birincisi üzerinde dikkatle durmak zorundayız. Bu ifadenin anlamını ve kastını çözümlemezsek, gidişat yönünü saptayamayız ve ona göre toplumsal ve siyasal hedeflerimiz şaşar.
Bu saptamaya bir ufak ek yapmak gerekiyor. O da, evet vatanı işgalcilerden kurtardık, fiziksel anlamda istiklale ve özgürlüğe kavuştuk, ama ekonomik sistem ve ideoloji olarak Batı modeli içinde kaldık. Hatta şu dahi ileri sürülebilir ki, böyle bir başlangıcın bizi buralara sürükleyeceği gün gibi ortada idi. Bu görüş yanlıştır. 1950 yılında Güney Kore’nin yanında savaştık. Bugün Güney Kore tüm dünyayı Hyundai’lerle donattı, hatta metro hattında kullandığımız vagonlar da o markayı taşımaktadır. Benzer şeklide Malezya da bizden çok ileri hamlelerle bugünkü saygın yerini elde etmiş durumdadır. Buna karşın, ABD Merkez Bankası raporuna göre beş riskli ülkeler arasında birinci sırayı Türkiye almış bulunmaktadır.
Biraz da halkımıza bakalım. İş dünyasından bir dostum, çalışma ortamında bazı gerici çevrelerle teması olduğunu ve onların kanaatinin Türkiye’nin gerçek anlamda bir kurtuluş savaşı vermediğini, Batılılara kendi yanlarında olacağımıza dair değişiklikler gerçekleştirdiğimizden, işgalciler de çıkarlarına dayalı olarak insaflı davranarak, sınırların çizilmesine izin verdiklerini ileri sürüyorlarmış. İşte, tekke ve zaviyelerde, hatta imam hatip liselerinde insanların kafasına sokulan budur. Yine benzer şekilde Çanakkale zaferini de, orada şehit olanların ruhunu sızlatacak şekilde, gökten inen yeşiller tarafından kazanıldığı dillerde dolaştırılmaktadır. Bir başka hikayede de, AKP iktidarının hemen ertesinde, bir eczaneye hafif sakallı bir zat girerek, tüm çalışanlarının ilaç ihtiyaçlarını o eczaneden karşılayabileceğini, ancak bunun için duvardaki Atatürk posterinin kaldırılmasının gerekli olduğunu ileri sürmesi gerçeği yansımaktadır. Tabii ki, kimse tabu ya da kutsal değil; herkesin olduğu kadar Atatürk ve etrafının da politika ve uygulamaları tartışılabilir. Ancak, bu konuda şu noktanın  önemli olduğu açıktır: her fikir ya da uygulama zamanın koşulları içinde değerlendirilir, buna göre hatası, zaafları vs. tartışılabilir.
Feodalizmden kapitalizme geçiş bir aşama, hatta sermaye adına bir devrim ise, benzer şekilde kapitalizmden sosyalizme geçiş de emekçiler ve tüm halk için devrim ve özgürlük olacaktır. Bu görüş geçerli ise; küreselleşme ortamına bir beis görmeden teslim olan, özelleştirme ile toplumun çok değerli varlıklarını yerli ve yabancı sömürücülere yok pahasına devreden, on yıllık iktidarında IMF direktiflerine olağanüstü sadakatle uyum sağlayıp küresel sermayeden yararlanarak ekonomiyi montaj aşamasına taşıyan ve tüm isabetsiz politikalar sonucunda ekonomiyi bugünkü “en riskli ekonomi” konumuna sokan AKP ve liderinin nasıl bir kurtuluş mücadelesi verdiği anlaşılır gibi değildir.
Siyasi gaflar “paralel devlet” safsatası ile geçiştirilemez. Zira, yine başbakanın iddiasında olduğu gibi, bu güçler 40 yıl bu yolda çalışmış ise, bu 40 yılın son 10 küsur yılı AKP dönemidir. 

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...