30 Ocak 2014 00:15

Demokratik haklar için mücadele ihtiyacı

Demokratik haklar için mücadele ihtiyacı

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Türkiye’nin “demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti” olduğuna dair anayasal ve yasal söylem ve iddianın gerçeklerle bağdaşmazlığı sadece pratik uygulamalarla değil, Hükümet ve partisinin söylem ve yeni düzenlemeler politikasının içeriği tarafından da kanıtlanmış bulunuyor. AKP ve Hükümeti, iddiası “herkes için geçerli olmak” olan kanunların kendisi için geçersizliğini ilan etmiştir! İçişleri ve Adalet Bakanlıkları bünyesinde, yargı ve “emniyet teşkilatı” üzerinde gerçekleştirilen “Erdoğanlaştırma” operasyonu bunu çok açık şekilde ortaya koymuştur.
Parlamento, yasal bir sistem, seçimler ve “sivil” hükümetin varlığı bir demokratik sistem için yetersiz kalır(lar). Cunta parlamentolarını ve cuntacıların emri-fermanlarına uygun yüksek oranlı onama referandumlarına Türkiye ‘kamuoyu’ yabancı değildir. Hakim güçlerin belirlediği koşullarda ve belirledikleri kurallar üzerinden, onların propagandasının ortalığı toz-dumana boğduğu ortamlarda gerçekleştirilen “halk oylamaları”nın halkın çoğunluğu yönünden gerçek istem ve iradeyi yansıtmadığı biliniyor. T. Erdoğan’ın “milli iradeyi ben temsil ediyorum, bana karşı çıkan milli iradeye ve millete karşı çıkıyor demektir” politikası, halkın bir kesimini etki altına alsa da, bir irade gasbının ifadesidir ve baskıcı yaptırımlarına karşı çıkışları “ihanet”le suçlamalarında kullandığı bir araçtan başka bir şey değildir. Hükümetin ülkeyi yönetim biçimi, kişinin merkezinde yer aldığı otokratik-despotik yönetimleri anımsatıyor. İktidar partisinin milletvekilleri “sultanın hassa ordusu” anlayışıyla hareket ediyor, ülke ve halk çoğunluğu için gerekli ve yararlı olanı değil, kendileri, sultanları ve çevrelerinin oluşturduğu çıkar “zümre”sinin iktidar nimetlerinden daha fazla yararlanmalarına hizmet edecek politikaları “oy çokluğu”na güvenerek uygulamaya sokuyorlar. 63 milyon dolar olduğu belirtilen yolsuzluk ve rüşvet olaylarının üzerini kapatmak için birbirleriyle küfür, ihanet suçlaması, uçan tekme, yumruk, öldürme tehdidi savurma yarışına girerek, burjuva muhalefeti ve dışarıda gelişme olasılığı bulunan muhalefeti bastırmaya çalışıyorlar.
Bu politikaya karşı sadece olanların sergilenmesi, gerçeklerin açıklanması, hükümet ve partisi başta olmak üzere düzen partileri, kurumları ve güçlerinin bağlı oldukları çıkarlar sistemini ve emperyalistlerle ilişkilerinin teşhiri ile yetinilemez. Birbirleriyle iktidar ve çıkar çatışması içindeki hakim güçler arası çelişki ve çatışmalarının yarattığı “avantajlar”ı da kullanarak halkın mücadelesinin yükseltilmesi, daha çok emekçinin kapitalist çıkar bekçilerinin politikalarıyla cepheden mücadeleye girişmesi için çaba göstermek şarttır. Burjuva diktatörlüklerin politikalarının zayıflatılması, etkisizleştirilmesi ve halk yararına iyileştirmeler için başka bir yol yoktur. Emperyalistler arası ya da iş birlikçi kapitalist çeteler arasındaki çatışmaların demokratik haklar sağlayabileceği beklentisi ve politikasının ülkemizdeki en pervasız savunucusu Aydınlık-Perinçek grubunun diktatörlüğün güçleri arasına katıldığı biliniyor. AKP ve Hükümetinin özellikle Kürt sorununun “çözümü”nün Türk hakim güçlerinin önüne ya toprak, nüfus, etki alanı, enerji ve su kaynakları vb. kaybını göze  alarak “Kürtlerin ayrılması”na razı gelme(!) ya da ulusal taleplerini karşılayarak “birlikte yaşama”yı sağlama koşulunu çıkardığı günümüzde, Kürtlerin beklentileriyle oynamaya çalışıyor. “Çözeceğiz!” demenin ötesine geçmiyor, ancak böyle bir sorunun olmadığını da söylemiyor. Yalanı, politik yönetiminin en önemli araçlarından biri haline getiren ve bunu “inançsal amaçlar” için kullanılabilir gören bir yönetimin “vaadleri”ne güvenilemez. Bugüne dek elde edilmiş hak adına ne varsa ezilenlerin, Kürt, Türk ve diğer işçi ve emekçilerin, ilerici aydınların ve gençlik ile kadın kitlelerinin direnişiyle sağlanmıştır. Bundan sonrası için de geçerli olan sadece bu olacaktır. Hükümet ve partisi sözcülerinin “Biz olmazsak siz de olamazsınız, biz olmazsak ilerleme olmaz, demokratikleşme olmaz, çözüm olmaz!” şeklindeki açıklamaları şantaj ve tehdit içeriklidir. “Özgül ağırlıklı” Bülent Arınç’ın Bursa “nutku” bu bakımdan ibret verici olmuştur. “Bizden sonrası tufan!” diye kendini dayatan bir iktidar gücü ve partisiyle karşı karşıyayız. “Darbe karşıtlığı“ maskesi altında siyasal gericilik giderek yoğunlaştırılıyor.
Bütün bu gelişmeler, siyasal zorbalığa ve hükümet mensuplarıyla AKP “ileri gelenleri”nin merkezinde yer aldığı ülke yağmasına karşı, sokak sokak, ev-ev, meydan meydan gerçekleri haykırma ve antidemokratik diktatörlük baskısına karşı mücadeleyi yükseltme gereği ve ihtiyacını daha da artırıyor. İşçi ve emekçiler, Cemaat-AKP (Esas olarak Erdoğan takımı) kavgasının “uzağında” ve seyirci gibi durarak, kendi yararlarına bir sonuç sağlayamayacağını bilerek hareket etmek durumundadırlar. İleri kesimlerin sorumluluğu bunun için daha fazla çaba göstermektir.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...