31 Aralık 2013 23:10

Ankara’da fıkır fıkır, şıkır şıkır bir operet: Yarasa

Ankara’da fıkır fıkır,  şıkır şıkır bir operet: Yarasa

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Gösterildiği tüm ülkelerde kapalı gişe oynayan ve operet türünün başyapıtı olarak addolunan (oğul) Johann Strauss’un (1825-1899) eseri “Yarasa/Die Fledermause”, 2013-2014 sezonunda Ankara Devlet Opera ve Balesi yapımı olarak izlenmekte.
‘Yarasa’, malumunuzdur Alman Oyun Yazarı Julius Roderich Benedix (1811–1873) tarafından hazırlanmış olan ’Das Gefängnis/Hapishane’ adlı hafif bir güldürü oyunundan ‘mülhem’. Zamanının toplumsal değer yitimini hicvetmekle birlikte, librettosunun güçlülüğü, ele aldığı aldatma/intikam/kılık değiştirme gibi dramaturgi yapısıyla şimdiyi de kapsamakta.  
‘Yarasa’, Ankara’da Usta Yönetmen Murat Atak’ın yaptığı rejiyle sahneleniyor.

ATAK’IN ŞARKI SÖZÜ
Murat Atak, bu kere Dramaturg Eren Aysan’ın ve Mehmet Yılmaz’ın yardımcılığını yanına alarak, kolay anlaşılır yorumuyla rahatça izlenebilir; fıkır fıkır, şıkır şıkır bir reji hazırlamış. Atak’ın tiyatro, müzikal, operet ve opera rejilerinde alışılagelmiş titizliği “Yarasa”nın da her tablosunda kendini belli etmekte. Operetin müzikli bölümleri dışında kalan teatral yapısını adeta sil baştan “restore” etmiş, Carl Haffner ve Richard Genée’nin librettosunda eskiyen yanları, esprileri, olayları dramatik aksiyona zerre kadar zarar vermeden ustaca yenilemiş, yeniden değerlendirmiş. Diğer taraftan, finale yerleştirdiği ”Tritsch-Tratsch-Polca, Op. 214” için yazdığı sözlerle de iyi bir şarkı sözü yazarı olduğunu da “çaktırmadan” belli etmiş.   
Murat Atak öncelikle metni önemsemiş, sonuç olarak da bir operet ürününü dinleyici kadar seyirciye de yönlendirmiş. Dramatik açıdan yarattığı yetkinliği, eserdeki ezgi zenginliğiyle bütünleştirmiş. Sahneyi eylemin gereklerine uygun olarak, geniş sınırlar içinde tasarlamış. Karakterlere Ivan’ı ekleyerek eserin komik yanını boyutlandırmış, renk katmış. “Tuna Valsi”ni bale olarak 2. Perdeye ekleyerek tempoyu canlandırmış; senkron figürleriyle göze hitap eden “Can Can Dansı”nın yüksek performansıyla aynı perde akışını iyiden iyiye hızlandırmış.   

YARATICI KADRO
Adnan Öngün’ün dekoru ‘Bundan iyisi, can sağlığı’ güzellikte... Hele hele, 2. Perdedeki Prens Orlovsky’nin evindeki partide ortaya yerleştirdiği geyik heykeli gerçekten görülmeye değer bir yaratıcılık örneği.
Nursun Ünlü’nün kostümleri iyi üstü. Döneminin oldukça abartılı giysilerini, özel karakter kostümlerini zevk ürünü olarak kotarmış.
Tahsin Çetin, görüntünün ardında gizlenen derin niteliği müzikle birlikte verebilmeyi başarmış. Örneğin uvertürdeki ışıklı renk değişimleri…  Işığı, “Yarasa”da etken ve devingen hale getirmiş, atmosfer yaratmış. Uzam ya da hareket alanı ışıkla belirtiliyor, belirleniyor. Pek güzel! Ancak 2. Perdede sabahın altısı olduğunda ışık atmosferi neden değiştirmez ve 3. Perdede hapishanenin kapısının cam bölmelerinde ve kapının üstündeki yuvarlak havalandırma/aydınlatma penceresinde nasıl olur da sabah “mood”una geçilmez anlayamadım.
Dansçıların şiirsellikleri Koreograf Nilgün Bilsel Demireller’in elinde usta işi kotarılmış. Özellikle Solist Dansçı Elif Aktar ile Alican Güçoğlu’nun geçit ya da hazırlık adımlarının önemli ve gösterişli adımlarla bağlanması, bu bağlanmalara kayıcı-sıçramalı adımların fevkalade başarıyla oturtulması mükemmel.  
Lyubomira Aleksandrova yönetimindeki koro da başarıya paydaş olurken, Orkestra Şefi Prof. Rengim Gökmen konunun tüm dramatik noktalarını en ince detaylarıyla tasarlamış, müzikte karakterlerin iç yapılarını yansıtmaya yoğunlaşarak konunun ötesine geçen bir anlatım hedeflemiş.
Rengim Gökmen yönetimindeki orkestra hedefi harfiyen uyguladığı gibi, eser boyunca sıklıkla ve çeşitli biçimlere büründürülerek duyurulan ana temanın altını incecik çizmeyi başarıyor.  

SOLİSTLER
Adele’de Soprano Çiğdem Önol’un sesi kulaklardan kolay silinmeyecek güzellikte. Adele’nin “Da schreibt meine Schwester Ida”sı ve 3. Perdede bir köy kızının, bir kraliçenin ve bir hafifmeşrep kentsoylunun taklidini yaptığı Spiel’ ich die Unschuld vom Lande” kusursuz.
  Dr. Falke’de Bariton Arda Aktar ise dramatik renklerin ağırlık kazandığı güzel sesiyle dikkat çekiyor. Rol yeteneği iyi, sahne hakimiyeti de var.
Prens Orlofsky’de Mezzosoprano Ferda Yetişer’in “pianissimo legato”ları da dolgun ve kendine güvenen bir soprano tonlarında.  Okuduğu her hecenin hakkını vermesi de, hiç kuşkum yok aranılan bir özellik. Herkese içmelerini söylediği “Ich lade gern mir Gaeste ein”de çok iyi.
Tenor Cenk Bıyık, çok sevimli bir Frank çiziyor.
Bariton Bülent Ateşoğlu’nun sesi yüksek yoğunluklu ve dramatik şarkıcılığa pek uygun…
Avukat Blind’de Tenor İ. Semih Aşık, Ida’da Sezin Kirişçi, Ivan’da Barsgan Bayram görevlerini “bihakkın” yapıyorlar.    
Tenor Ayhan Uştuk, Eisenstein’de şarkı söyleme sanatının örneklerinden birini verirken, özellikle avukattan yakındığı “Nein, mit solchen Advokaten”de bir anlamda ses gösterisi yapıyor.
Rosalinde’ye can veren Soprano Esin Talınlı’nın sesi (benim bulunduğum akşam) her ne kadar “Çardaş”dan “Klänge der Heimat”ı söylerken hafif kaydıysa da düzgün vibratosu, dramatik tonlaması, sahneyi dolduran fiziksel özellikleriyle başarılı.
Sadece konuşma rolü olan Bülent Yıldıran, Gardiyan Frosch tiplemesiyle 3. Perdeye kan pompalıyor.
Kısacası “Yarasa”, alkışlanmayı hak ediyor.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...