06 Aralık 2013 00:08

Orada, ama oralı değil

Orada, ama oralı değil

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Yıllardır sinema perdesine taşranın yansıtılışı hep benzer bir sıkıntıyı içinde taşıdı. Bir film büyük şehrin dışında geçiyor ve ille de bu fikrin üstünde duruyorsa, bunu, kırlarda uzaklara bakan insanlarla anlatır olmuştu. Akmayan, hareketsiz bir hayat, tekdüze olaylar dizisi ve bütün bunların içinde sıkışan bunalmış bir ruh hali, melankoli demekti taşra. Hatta dünyanın başka yerlerinde de “yalnız ve güzel” ülkenin sineması, bu küçük yerin sıkıntısıyla bilinir oldu.
Daha ismiyle hem Yozgat’ı, hem hüznü (Blues bir müzik türünün adı olduğu kadar, hüzün, sıkıntı, keder gibi anlamları olan bir kelime) akla getiren Yozgat Blues ise, hiç oralı değil. Mahmut Fazıl Coşkun’un ilk filmi Uzak İhtimal’e benzemiyor bu bakımdan. Yozgat’ı yine kahramanları için bir düşüşün ve kurtulmaya çalışmanın adresi olarak gösterirken daha çok başvurduğu üslup, kara mizah. Benzer bir sıkışmışlıktan beslense de, eğlenceli anlatımı, renkli karakterleri, sık sık başvurduğu yabancılaştırmasıyla farklı bir yaklaşım deniyor. Bu bakımdan, apayrı filmler olsalar da, geçen ay gösterime giren Sen Aydınlatırsın Geceyi ile yakınlaşıyor.
Olaylar Yozgat’ta başlamıyor. Yavuz, bir alışveriş merkezinin alt katında eski Fransızca şarkılar söyleyen, bir yandan da belediyenin kursunda hocalık yapan, yalnız bir müzisyen. Gözü gibi baktığı peruğundan başka bir şeyi kalmamış gibi, umduğu çıkışı yakalayamamış ve mutsuz. Bir umut, Yozgat’tan da olsa aldığı teklifi değerlendirmeye karar verişinde yadırganacak bir şey yok bu yüzden. Öğrencisi Neşe için de benzer bir durum geçerli. Geçici işlerde çalışmak zorunda kalan genç kadının müzik kariyeri için Yozgat ilerleme bile sayılır zaten. Macera böyle başlıyor, Neşe’nin yeni sahne kostümünü, Yavuz’un peruğunu ve umutlarını alıp Yozgat’a yerleşiliyor. Başta bir ilgi gördüklerini hissediyorlar, yenilenmiş gazino, eski şarkılar, yeni insanlar, Berber Sabri, radyocu arkadaşı, bu yeni şehirde ümit var sanki. Ama tutmuyor ve Yozgat’ın bunaltıcılığı tamamen kendini hissettirmeye başlıyor, en azından Yavuz için. Berber Sabri’nin hayatı iyiye gidiyor oysa, kadın kuaförü açma hayaline adım adım ilerlemekle kalmıyor, Neşe ile yakınlaşan da o oluyor. Yavuz için bir hayal kırıklığı daha.
Sabri’nin mesleği her sorulduğunda “Berberim ama asıl işim kadın kuaförü” diye anlatmaya başlaması, her karakterin hayatı için bir anahtar gibi. Bir “asıl” olan var, herkesin gönlünde yatan aslan, ama başka bir hayatta takılıp kalmışlar gibi. Yozgat’ta mesela, hiçbir şeyin olmadığı, hiçliğin ortasındaki bu yerde durmuş, gidemiyorlar. Filmin Yozgat’ı, bir iki sokak planı dışında neredeyse hiç göstermeyip, sadece çağrıştırdıklarıyla seyirciyi baş başa bırakması bu hissi kuvvetlendirmek için olmalı. Yozgat’ta geçip hiç oralı olmamak bundan.
Karakterlerin bir yere varmayan öyküleri bir şey olmayan kent imgesini büyütüyor, ama filmin kendisine dair bir eksiklik olarak da hissediliyor bir yandan. Yavuz’un öyküsü gibi başlayıp, Sabri’ye odaklanarak devam eden film, Neşe’nin hayatını anlatıyormuş gibi bitiyor neredeyse. Tansu Biçer’in oyunculuğunun da öne çıkması, aslında yan karakter olan Berber Sabri’yi iyice odağa taşıyor.
Oysa hiç tıkanık bir film değil Yozgat Blues, tıkanık bir kentte tıkanık hayatları anlatıyor sadece, akılda kalan bolca komik yan hikayeyle beslenerek.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...