22 Kasım 2013 00:17

Dayak yiyen erkeklik

Dayak yiyen erkeklik

Fotoğraf: Envato

Paylaş

İstanbul Kadıköy’deki tiyatroların ilklerinden Oyun Atölyesi açıldığında, Bahariye Caddesi yan yana sinemaların dizili olduğu bir yerdi. Şimdi sinema sayısı epey azalmış olabilir, ama salonların çoğunun ticarethaneye dönüşmediğini gözlemlemek bir miktar rahatlatıcı. Süreyya Sineması, AKM’nin bitmeyen tadilatı başladığından beri opera binası olarak işlev görüyor örneğin. Havuz tarafındaki Broadway Sineması, Tiyatro Ak’la Kara’ya ev sahipliği yapıyor. Pasaj içindeki Moda Sineması ise, artık Moda Sahnesi. Kadıköy Anadolu Lisesi içindeki Duru Tiyatro, keyfi tahliye zorlamasına epeydir direniyor. Tiyatrolar için yıllar içinde bir merkez haline gelen Kadıköy’ün en çok izlenen oyunlarından, yıllarca Oyun Atölyesinde sahnelenen, ekibin ayrılıp Moda Sahnesini kurmasından sonra başka bir ekip tarafından bu sezon da süren Testosteron, bu kez sinema filmi olarak, sadece Kadıköy’de değil, yurdun her yanında seyirci karşısında.
Erkek Tarafı adlı İlksen Başarır filmi, Polonyalı Yazar Andrzej Saramonowicz’in yazıp Kemal Aydoğan’ın yönettiği Testosteron oyununa dayanan bir erkeklik hikayesi, her adının belli ettiği gibi. Bir düğün, daha doğrusu gerçekleşemeyen bir düğün sırasında, önce birini döven, sonra giderek muhabbete ve içmeye başlayan bir grup erkeğin erkeklik ve kadınlık üstüne konuşup yarışmalarıyla ilerliyor. Kahramanlar, nikah masasında terk edilen damat, babası, arkadaşı, kardeşi, gelinin öptüğü ve bu yüzden dayağı yiyen konuk, onu dövme sırasında diğerleriyle kaynaşan kız tarafından bir başka konuk ve garsondan ibaret. Kızın neden nikah sırasında “Kalbim ait başkasına” diyerek gittiğini çözmeye çalışırken, kadınlar ve onlarla ilişkileri masaya yatırılmış oluyor. Ana fikir, biyolog damadın ayrıntılı örneklerle de açıkladığı gibi, erkeğin ve biraz da kadının doğasının her şeyi yönettiği üstüne, zaten onca hikayenin, kavganın, ortaya çıkan sırların sonunda, ne kadar medeni olurlarsa olsunlar, bilim “adamlarının” bile, “boyut” yarıştıran testosteron fıçılarından ibaret olduğunu gösteriyor.
Mesele, iki saat boyunca itişip kakışan erkek grubunun şempanzelerle yakınlıklarının ne derece bir eleştiri konusu yapılıp yapılmadığı. Çünkü, bunu bir erkeklik eleştirisi olarak anlamak ne kadar arzu edilir olursa olsun, oyun da, film de buna teslim olmakta bir komiklik arıyor. Burada şöyle bir fark da var ne yazık ki, oyuncuların sahnedeymiş gibi büyük oynamaktan vazgeçmeyişi, seslerini değiştirerek yaptıkları numaralar, senaryonun vazgeçmediği bilgiç cümleler, tiyatroda ne kadar işliyor ve seyirciyi güldürebiliyor olursa olsun, sinema perdesinde aynı etkiyi yaratmaktan uzak. Oyunu izleyenler daha iyi anlayacaktır ki, sinema olarak kurmaya neredeyse hiç uğraşılmamış görünüyor. Bu da, kadınlarla kurdukları kaba ilişkileri gözler önüne sererken zavallılaşan erkeklerin gülünç bile olamamasına neden oluyor. Hani, “Biz erkekler de biraz öküz müyüz neyiz” mealinde diyalogların cinsiyetçiliği ne kadar eleştirdiği, ne kadar meşrulaştırdığı zaten tartışılır, filmin eleştiri iddiasıysa hepten uçup kayboluveriyor. Filmin şarkısında “Testosterondan olur bunlar, suçumuz yok eller alınsın” diyor da, işte, yok demekle yok olsa, inkarcılar zaten her sorunu çözmüş olurdu.
Film bir erkeğin dayak yemesiyle başlayıp kavgalarla sürüyor ve nihayetinde yapmak istediği, erkekliğin kendisini adam akıllı bir dövmek. Tiyatroda bu hisse daha kolay kapılan seyircinin filmde bu eleştiriyi kapmaması diye bir risk var. Erkeklerin her kadını bir cinsel obje olarak gördüğü teziyle yeterince tartışma yürütülüyor, böylesi replikleri seyircinin öyle anlamaması ihtimali, tek teselli. Çünkü o taraf, sağlıklı kadının da erkeğin de değil, cinsiyetçiliğin ve baskının tarafı değil mi?

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa