15 Kasım 2013 07:12

Maşa ve odun

Maşa ve odun

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Daracık bir ara sokakta uçuşan çöpler, gazete parçaları, poşetler. Bir havalı uçuşuyorlar ama. Sokaklar caddeye açılınca bir bakıyoruz ki, trafiğin soldan aktığı, değişik bir memleket zaten. Bir kadın koşuyor. Bembeyaz tenli, basma bir entari giymiş. Arkasında esmer bir Kurtlar Vadisi tipi, “Yenge” diye kovalıyor. “Yenge” dinlemiyor, tüm gücüyle kaçıyor. Yola çıktığı anda karşıdan gelen aracın çarpmasıyla, son kez “Yenge” lafı duyuluyor. Bu giriş, ileride olacakların habercisi olduğundan, onun hakkında söylenecekler de sürprizi bozmaz herhalde. Kaza filmin konusunun çok önemli bir yerinde duruyor sanabilir izleyici, pek öyle değil.
Filmin olmasa da olacak, çıkarsan bir şey eksilmeyecek bir bölümünü açılış sahnesi olarak kullanmak oldukça deneysel bir giriş. Derken anlatıcının ilk cümlelerinden biri “Adam korkuyordu ama belli etmiyordu”, yani film birtakım duyguları göstermeye bile çalışmıyor. Söylüyor, seyircinin hissetmesini bekliyor. Zaten Su ve Ateş bir romanmış, onu ağlayarak okuyan genç kadının çerçevelediği bir aşkı anlatıyormuş.
İngiltere-Kürdistan-İstanbul hattında beyaz batılı kızla okumuş Kürt ağa aşkı, araya giren kötüler, kavuşamamalar, kan davası, şirket kurtarma evliliği, yıllar sonra karşılaşmalar gibi bir hikayesi var. Özcan Deniz’in “ilk filmim” dediği, herhalde konusunu öncekiler gibi başka bir yerden almadığı Su ve Ateş, en bildik melodram kalıbını takip ediyor. Tahmin etmesi zor olmayan olaylar dizisinin özelliği, Özcan Deniz’i arzu nesnesi, bütün kadınları da onun hayranı olarak kabul etmesi. Seymen Ağa’nın yolu Arabesk’e düşerse...

HER ŞEY ÖZCAN DENİZ İÇİN

Esasen bütün film Özcan Deniz’e hayran olmak üstüne kurulu aslında; olasılıkla yönetmen ve senarist ve müzisyen ve başrol oyuncusunun kendine duyduğu hayranlık. Adı Haşmet ve bütün film onun haşmetine bir övgü. Başına talihsiz olaylar gelmiş, kendi istemese de çevresinin ısrarıyla kaçmak üzere Londra uçağına binmişken, uçmaktan korkan bir genç kadınla el ele tutuşarak sessiz sedasız kahramanlığını göstermesiyle aşk başlıyor. Esas kadının adı da Yağmur ve ismiyle müsemma su onun başından hiç eksik olmuyor. “Dışı sert içi yumuşak” karakteri ortaya çıktıkça kadını kendine aşık ediyor. Adam da kadının masumiyetine vuruluyor olmalı. “Sen daha önce aşık oldun mu? Ben de olmadım” falan derken tam ilişkilerini daha ileri götüreceklerken geçmiş Haşmet’in peşini bırakmıyor. Aşiret çağırıyor, zorla evlendiriliyor, Yağmur’la görüşmesinler diye ikisinin bağlantısı kesiliveriyor.
Haşmet’in o manalı bakışlarından yeterince etkilenmeyen seyirciler için arada anlatıcı devreye giriyor, “O güçlü adam şehrin ortasında ağlıyordu” gibi laflar etmek için. O yetmeyince ona aşık olan kadınlar konuşuyor, “Gözlerin uçurum gibi” şiirleri okuyor. Birkaç kez tekrarlanan “Bilmezdim bu aşkın seni yolundan beni solumdan edeceğini” şeklindeki o anlamlı Özcan Deniz şarkısına Haşmet’in “Ben bu tür müzikten anlamam” şeklinde tepki vermesindeki o tevazu, tarif bile edilemez.
Özcan Deniz’i övmekten vakit buldukça anlatılan kavuşamayan aşıklar ve kan davaları için onlara zulmeden töre canlısı aşiretlerin sığ hikayesi böyle. İlk kez Haşmet’e aşık olan ve ondan sonra da kimseyle yakınlaşmayan Yağmur’un, geleneklerin esiri Haşmet’in zıttı olması Ege şivesi konuşan babası ve beyaz teninden ibaret elbette. Oysa ondan daha edilgen kadın karakter zor bulunur. Çiçekli eteklerden hiç vazgeçmemesi ve Haşmet’e bağlılığını yitirmemesi, babasız çocuk büyütmenin “affedilmesi” gereken bir şey olduğunu kabul etmesini gerektiriyor. Onu kürtaja zorlayan adamlar ve sevdiği adamın çocuğunu her şeye rağmen doğurmaya inat eden kadın arasındaki çatışmanın iki tarafının da birbirinden cinsiyetçi saiklerle hareket etmesi, daha çok Ateş ve Çıra ismini hak ediyor. Her şey ateş için. Maşa da var, odun da, lazımsa.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...