11 Ekim 2013 13:04

Kötülüğün dekoltesi

Kötülüğün dekoltesi

Fotoğraf: Envato

Paylaş

AKP’nin ve Başbakan Erdoğan’ın demokratikleşme yolunda Türkiye projesi adeta bir sanal gerçekliğe dönüştü. Var-mış gibi, oluyor-muş gibi, ama aslında yok ve olmuyor…  Teknik ve teknoloji bize olduğunu iddia ediyor, olduğuna dair laf ve görüntü var, ama demokrasi bir türlü ete kemiğe bürünmüyor. Tutamıyoruz, dokunamıyoruz. Postmodern anlatının gözde terminolojisiyle, AKP’nin sivilleşme, özgürleşme siyaseti adeta parodi (yansılama) ve pastişe (öykünme) dönüştü. Eskinin kurgusunu veya konusunu kendi büyük anlatısında taklit eder hale geldi. AKP, Kemalist modernitenin baskıcı, buyurgan diline, çarpık hak, özgürlük, eşitlik anlayışına, militarizmine, cinsiyetçiliğine, etnik ırkçılığına, burjuvazi severliğine öykünüyor; onun büyük anlatısını eğip bükerek, aynı dil ve söylemi kendi siyasal çıkarları için yeniden üreterek kullanıyor.           
İktidar partisine oy veren ve onu alkışlayan kitle (ben onlara AKPgiller diyorum), kendi karşıtına öykünen bu büyük anlatıyı günlük dilde banal bir söylemle şekillendiriyor. Onlar, pek seksi bir tesettür hali içinde bize özgürlüğün, kamusal alanın sınırlarını tanımlıyorlar. Yıllarca “laikçi teyzelerin” ayrımcı söylemine maruz kalmış başörtülü bir kadın, kendi partisinin iktidarında göğüs dekoltesi nedeniyle siyasi erkin gazabına uğrayan bir başka kadın için TV ekranında “Çok irrite edici ve hoş değil” diyebiliyor mesela. Başörtülü kadın görünce fabrika ayarları bozulan laikçi teyzenin çokbilmiş ve buyurgan diline öykünüyor. Bu, kanımca, kötülüğün demokrasi kisvesi altında gözümüze soktuğu kendi irrite edici dekoltesinden başka bir şey değil.
Nitekim, AKP’li yılların bence bir diğer özelliği, demokrasi ve insan hakları ayıplarının çok açık seçik (dekolte) bir biçimde, hiç utanmadan, aymazlıkla göz önüne serildiği bir dönem olması.  AKPgillerin bu açık seçik aymazlık halini zerre irrite edici bulmamaları. “Ötekine” karşı yapılan kötülüğün transparan bir biçimde kamusal alanda görünür olmasından rahatsız olmama, hatta bundan siyasal, ekonomik fayda sağlama hali. Son 10 yıl içinde sadece Roboskî Katliamı gibi yürekleri yakacak derecede büyük kötülüklerin değil, ama aynı zamanda ‘Üniversite harcını protesto etti’ diye hapse atılan öğrenciden tutun da, ‘İktidarı eleştirdi’ diye işinden olan gazeteciye, ‘Gezi protestosuna katıldı’ diye emniyet güçlerince öldürülen, taciz edilen, dövülen eylemcilere kadar, türlü çeşitli kötülüğün gayet şeffaf bir biçimde ortaya serilmesi. Bu çok açık kötülüklerin hesabının verilmemesi, sorumluluk alınmaması, mağdurlardan özür dilenmemesi.
Bize demokratikleşme yolunda büyük adımlar olarak pazarlanan sanal gerçeklik AKPgiller tarafından huşu içinde alkışlanırken, Türkiye insan hakları ihlallerinde neredeyse lider ülke konumuna geldi. 2002-2012 yılları arasında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde (AİHM) Türkiye’ye karşı açılan dava sayısı 50 bin 249’a ulaşmış. AİHM’de bekleyen insan hakkı ihlali dosyalarında Rusya’dan sonra ikinci sıradayız. Bunu, CHP İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu’nun Adalet Bakanlığına konu hakkında verdiği soru önergesi sayesinde öğreniyoruz.    
Haberciliğe getirilen yasaklar, hapisteki gazeteciler, işten atılan yazarlar, haber merkezlerinde yaratılan korku iklimi, sansür ve oto-sansürün boyutları düşünüldüğünde, bu postmodern (demokratik) baskı rejiminden basın özgürlüğünün çok büyük yara aldığını söyleyebiliriz.   
Sanal demokrasi oyunu yine transparan bir şekilde önümüze serilmeye devam ediyor. Dün Cumhuriyet gazetesinde yayımlandı. AİHM, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün 1995’te yabancı bir gazeteye verdiği demeçteki sözlerini haber yapan Cumhuriyet gazetesi hakkında uygulattığı “Yayın durdurma yasağında” idareyi haksız bularak tazminat ödemeye mahkum etti. Muhtemelen hatırlamazsınız, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, İngiliz The Guardian gazetesine verdiği bir röportajda “Türkiye’de Cumhuriyetin sonu geldi. Biz kesinlikle laik sistemi değiştirmek istiyoruz” yönünde sözler kullanmış,  Cumhuriyet gazetesi de bu sözleri 2008’de manşetten kullanmıştı. Gül, The Guardian’a verdiği röportajda söz konusu sözleri kullanmadığını söyleyerek gazeteye 50 bin lira tazminat ve ihtiyati tedbir talebiyle Ankara Asliye Hukuk Mahkemesine başvurdu. Mahkeme, ilgili haberin yayınını durdurdu. Cumhurbaşkanı seçildikten sonra Gül, 2008 yılında açtığı davadan feragat ederek şikayetini geri çekmiş, ancak yayın yasağı 11 ay süresince  uygulanmıştı. Şimdi, AİHM diyor ki, bu davada aslında devlet basın özgürlüğünü ihlal etmiş. Bu nedenle, idare gazeteye ve editörlerine tazminat ödeyecek.
Parodi gibi.
Aslında demokrasi var gibi… ama, aslında yok gibi…
Öncülü postmodern darbeye öykünen ve onu yansılayan postmodern demokrasi gibi.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...