19 Eylül 2013 16:51

Kitle imha silahı olarak dil: Gezi ve nefret siyaseti

Kitle imha silahı olarak dil: Gezi ve nefret siyaseti

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Belki inanmayacaksınız ama, Türkiye’de bir Kültür Genetik Araştırmaları Düşünce ve Teşhis Platformu varmış. Bu oluşumun Onursal Başkanı Deniz Şar, geçenlerde V(Akit) gazetesine bir açıklama yaparak, demokratikleşme paketi içinde yer alan nefret söylemi yasasıyla ilgili uyarılarda bulunmuş. Meğerse nefret söylemi yasa tasarısı “Yahudi/İsrail” komplosuymuş. Gerçekte, Türkiye’de nefret söylemi sadece Müslümanlara, İslam tarafında olanlara karşı üretilen bir hadiseymiş. Büyük medya gruplarının bu yasayı desteklemesinin nedeni de Yahudi lobisiyle ilişkileriymiş. Tüm yurda yayılan Gezi Parkı protestolarını “cüretkâr bir kalkışma” olarak yorumlayan bu zat, “olayların arkasında uluslararası Siyonizm ve onun Türkiye taşeronları var” demiş.  
Bir seferde bu kadar antisemit söylemi üretip, sonra da ülkede nefret söyleminin tek mağdurunun Müslümanlar olduğunu iddia eden bu “onursal başkan” hangi “kültürel genetik”ten besleniyor bilemiyorum. Kendisi gibi olmayanı düşmanlaştıran, kutuplaşmadan beslenen, farklı olanın zarar görmesini, hatta yok edilmesini meşru gören, “ötekinin” ve yakınlarının hak arayışını kriminalize eden, özgürlüklerin sadece kendisinin dahil olduğu grup, cemaat, ırk, ideoloji mensupları için önemli/gerekli olduğuna inanan bir “kültürel genetik” mi bu acaba?
Artık iyiden iyiye “deli saçması” olarak nitelendirdiğimiz V(Akit) gazetemsisinin bu seçme saçmaları ve sistematik nefret söylemi, Gezi olaylarıyla birlikte ne yazık ki AKP yanlıları ve kimi liberal entelektüellerce gündelik dile yerleştirildi. Gezi’den bir “kalkışma” (bu tanımı pejoratif anlamda kullanıyorlar) yaratıklandırıldı, protestocular bu coğrafyada var olan “şeytanî bir zihniyetin” temsilcilerine indirgendi, polis şiddetine maruz kalan protestocular “militarist” ilan edildi, “saldırgan” ve “ahlaksız” bir kalabalık olarak çerçevelendi ve “kulaklarının çekilmesi için” onlara karşı şiddet kullanmak meşrulaştırıldı.
Nefret söylemi üç kategoride incelenebilir: 1- ötekini onur kırıcı, basmakalıp sözlerle tanımlamak, 2- ötekini canavarlaştırmak, 3- ona karşı şiddeti teşvik etmek.
Gezi protestocularını “militarist bir kalkışmanın aktörleri” olarak çerçeveleyenler de aynen bunu yapıyor. Hem ana akım medyada, hem sosyal medyada, hem wiki sözlüklerde, hem internet forumlarında ve hem de üyesi olduğum e-mail gruplarında Gezi sonrası yapılan tartışmaları izliyorum. AKP yanlılarının ve bazı özgürlükçü liberallerin olan biteni anlatmak için kullandıkları dili; olay, durum ve kişileri tarif ederken seçtikleri sözcükleri tahlil ediyorum. Dehşete düşüyorum.
Gezi olaylarını bir “kalkışma” olarak nitelendirenlere göre, ortada bir “zihniyet” var. Bu zihniyet bizim coğrafyamızda var olan bir “kötülüğü” temsil ediyor. Bu kalkışmada yer alanlar “güya” baskıdan yakınıyor, ama asıl dertleri Müslümanların baskı görmemesinden duydukları rahatsızlık. “Bunlar” vahşi ve “saldırgan. “Öfkeli, karanlık, yozlaşmış, ahlaksız, gerici ve ilkel kafalar.” Bunlar Müslümanların nefes bile almasına tahammül edemeyenler. “Zorbalıkla” iktidarı alaşağı etmek isteyenler. “Bunlar” militarist. “Bunlar” CHP’li. Dolmabahçe’yi basıp başbakana zarar vereceklerdi, neyse ki polis engelledi. “Bunlar” özgürlük diye, ne olduğu belirsiz bir şeyden bahsediyorlar. Milletin “damarına basıyorlar.” Camiye ayakkabıyla giriyor, kızlı erkekli içki içiyorlar. Başörtülü kadınlara şiddet uyguluyorlar. Dindarlar militarist şiddet korkusundan sokağa çıkamaz oldu. “Bunlar” bir senaryo yazıyor, “kendilerini öldürterek” haklı çıkmaya çalışıyorlar. Ölümler oldukça sevinen “ölüsevici” bunlar. Ahmet Atakan’ın ölümüyle bu “süreci” başlattılar. “Milletin” damarına basmasınlar, acısı “fena olur.”
Politik dilde gözlediğimiz, Gezi protestocularını tanımlamak için üretilen bu ötekileştirme ve düşmanlaştırma, nefret söyleminden başka bir şey değil. Önce ön yargı ve klişelerle desteklenmiş bir politik söylem üretiliyor; sonra toplumda iktidar karşıtı olan gruplar (ve Gezi protestocuları) tektipleştirilerek düşmanlaştırılıyor; sonra da onlara uygulanacak her türlü şiddet meşrulaştırılıyor. Destekleyin ya da desteklemeyin, başta ana muhalefet partisi olmak üzere, iktidara muhalif herkes şeytanlaştırılıyor, aynılaştırılıyor ve bu nefret söyleminden tüm AKP karşıtları payına düşeni alıyor. Gezi protestocuları Müslümanlara karşı başlatılan komplocu bir kalkışmanın aktörleri olarak resmedilerek dindarlık üzerinden nefret siyaseti palazlanıyor. Gezi olaylarında öldürülen Alevi yurttaşların aileleri adalet talep ederken, acaba olaylar bir “Alevi kalkışmasına döner mi?” denilerek mezhep çatışması körükleniyor. Nefret söylemi yasasının çıkmasına karşı olanların Gezi protestolarını “Siyonist lobi işi” olarak tanımlaması da artık işin cabası… Gezi protestoları sonrası gelişen bu nefret söylemine iktidar partisinin destek veriyor oluşu, ayrıca dikkate değer. Haliyle, bu Hükümet nasıl bir nefret söylemi yasası çıkartacak diye merak etmeye başlıyor insan. Ülkemizde nefret söyleminin mağdurları sadece Müslümanlar değil. Böyle bir yanlış algıyla yapılacak yasal düzenleme, toplumda var olan kutuplaşmayı daha da germekten başka işe yaramaz.  
Politik dilde nefret söylemi Avrupa düzeyinde de tartışılan ve yasalarla engellenmeye çalışılan bir konu. Fransa’da ve Danimarka’da Çingene göçmenlere ve Müslümanlara karşı nefret söylemi üreten politikacılar ve medya ayıplanıyor. Avrupa düzleminde etnik, ulusal, dini, ideolojik, grupsal ayrımcılık ve nefret söylemini önleyici yeni yasalar çıkarmak için tartışmalar yapılıyor. Geçtiğimiz iki gün boyunca Avrupa Konseyinin Varşova’da düzenlediği “Politik dilde nefret faktörü” konulu bir toplantıdaydım ve orada da benzer şeyleri konuştuk. Bir sonraki yazımda sizlerle Varşova toplantısının notlarını paylaşacağım.

evrensel.net
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...