19 Eylül 2013 16:47

Fotoğrafçı mısın vay vay...

Fotoğrafçı mısın vay vay...

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Tarih 1 Haziran’ı gösterdiğinde, gençlik gelmiş geçmiş en büyük sivil başkaldırının pimini çekmişti. Taksim Meydanı ve Gezi Parkı haftalarca işgal edilmiş ve kısacık da olsa dayanışmanın yaşandığı yeni bir ‘dayanışma kültürü’ doğmuştur. Bu durum tarihsel belleğin sayfalarına ‘Gezi direnişleri ‘olarak geçti. Yalnızca İstanbul’un Taksim’inin Gezi Parkı’yla sınırlı olmayıp tüm ülkeye yayılmış bir hak alma mücadelesi olarak okunabilir. İktidarın antidemokratik uygulamalarına karşı halkın başkaldırısı olmuştur. Toplumun değişik kesimlerinin ; Yıllardır süren Kürt sorunu, doğanın ve çevrenin katledilmelerine (Nükleer santreller, Hes’ler, termikler, suyun ticarileştirilmesi, karbon ticareti vb.), eğitimin ticarileştirilmesi ve 4+4+4 sistemi, sağlığın özelleştirilip ticarileştirilmesi, kadın cinayetleri, Yök’ün hala varlığını sürdürmesi, 12 Eylül anayasasının hala değiştirilmemesi, antidemokratik yasaların kaldırılmaması vs. gibi kendi alanlarındaki mücadeleler ‘Gezi direnişleri’adıyla ortak bir platformda buluşmuştur. Büyük/yandaş medyanın gerçekte neye hizmet ettiği ortaya çıkmıştır. Onlar penguen belgeselleri, yemek belgeselleri yayımlamakla meşguldü. Bu durum yeni değildi tabii öncesinde bir Roboskî deneyimi vardı.  Ama halk kendi haber kanallarını devreye soktu, gönüllü muhabir oldu. Özellikle sosyal medya ağı dünyayı şaşırtacak kadar büyük bir beceri ile kullanıldı. Görmezden gelinen muhalif medya önemini ortaya koydu ve ‘bizde varız’ dedi. Hepsi bu mu? Değil tabii, her direnişçi bir yandan barikat kurarken diğer yandan sanat icra eyliyordu. Grafitiler, stenciller, resimler, fotoğraflar, şarkılar, türküler , heykeller anında boy veriyordu. Hatta öyle ki 6 Temmuz’da karşı sanatta açılan ‘Direniş ve Fotoğraf’ isimli sergi duvarlarda izleyicileriyle buluşurken hemen binanın önü ve hatta içi gaz bombalarıyla anı gerçek kılıyordu.
Hazirandan bu yana üretilen ve tüketilen milyonlarca fotoğraf ve video hala gündemde. Daha da üretilecek ve tüketilecek.

Çünkü mesele Lice’den İstanbul’a, İstanbul’dan Dersim’e yayılmamış sinmiştir. Nerede antidemokratik uygulama varsa orada direniş var. Tüm yurdu saran bir başkaldırı kültürü oluştu. Bunu da dayanışma olarak açıklayabiliriz. Bu durumu cep telefonlarından, basit makinalara oradan bu işi profesyonelce yapan tüm fotoğrafçıların yaşadıkları, gördüklerini belgelemek görevini üstlenmeleri ve tanıklıklarını paylaşmaları olarak görüyoruz. Öyle sanat manat yapma ihtiyaçı duymadan, çünkü yaşananların kendisi sanat oluyor. İşin özü şu ki; fotoğrafçıların ya da elinde fotoğraf çekmeye yarayan bir alet kullanan herkes aynı zamanda direnişin özneleri idiler. O yüzden bir anlamda kendilerini  belgelediler. Fotomuhabirleri başta olmak üzere kendini sosyal alan fotoğrafçısı olarak tanımlayanlar bu fotoğraf ordusu ile yarışmak zorunda kaldılar. Ama bu yarılş dayanışmaya dayalı bir yarış oldu. Muhalif medya daha çok bu gönüllü yurttaş fotoğrafçıların katkılarıyla günlerce yayınlarını yaptılar.

Fotoğraf dünyası ve medya yeni yeni isimleri keşfetti.  Zaman zaman şöyle düşündüm.  “İktidar, savaş histerisiyle aylardır saldırıyor. Malum bir çok fotoğrafçı için savaş muhabirliği hep merak konusudur. Acaba iktidar ülkede terör ortamı yaratarak, savaş ortamında fotoğraf nasıl çekilir? diye meraklarımızı giderelim mi istedi. Yoksa her şeyin stajı gibi savaş muhabirliği stajı yaptırarak çıkaracağı bir savaşta etkili fotoğraflar mı çıksın istiyor. ?”  Şaka bir yana bu durum aynı zamanda fotoğrafçılar için de deneyim platosu oldu. Hatta işi gücü sanat fotoğrafçılığı yapmak olan bazı arkadaşlar bile ki; çiçek böcekten başka bir şey çekmeyip, belgesel alanında esameleri bile okunmayanlar dayanamayıp direnişlerden fotoğraflar çekmişler ve hatta hızla sergiler bile açtılar.

Polis zaman zaman vermek istediği imaja uygun ve servis edilmesini istediği görüntüler de yarattı. O zamanlarda ne sarı basın kartı sordular ne de kimlik, kim çekiyorsa ‘basın özgürdür’ oldu. Ama genellikle bırakın fotoğraf çekmeyi, kurum basın kartları olanları ve sarı basın kartlıları bile engelledi, darp edildi. Ne oldu? Fotoğrafçı mısın vay vay! İstemedikleri görüntüler bir bir ortaya çıktı. Çağımız görüntü ve teknoloji çağı. Yaşananlar göstermiştir ki; Biz fotoğrafçılar hangi koşulda olursa olsun yaşananların tanıklığına devam edeceğiz. İktidarlar ellerindeki maaşlı ve yandaş fotoğrafçı, gazeteci ya da bunlara benzer görünümlü sivil uzmanlarına güvenmesin. Gerçekler her zaman sahteyi yok eder.  Hakikat yok olmaz. Bu durumu Sevgili Sennur Sezer abla çok güzel özetlemiştir. “FOTOĞRAF; FAŞİZME GİDEN YOLUN USTURA AĞZINDA DURAN BİR SİLAHTIR.”

evrensel.net
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...