03 Mart 2013 11:28

Savaşın cinsiyeti var, barışın da öyle

Savaşın cinsiyeti var, barışın da öyle

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Van Kadın Derneği “Terörizmin Finansmanının Önlenmesi Hakkında Kanun”un onanmasının ardından ilginç bir kapatma davasıyla karşı karşıya. 31 Ocak’ta kabul edilen 70 sayfalık iddianame yeni geçmiş ellerine. Dernek binalarında ağır hasar olduğu için bir konteynerde çalışmalarını sürdüren kadınlar, basından öğrenmişler davayı, resmi evraklar “adreslerinde olmadıkları için” ulaştırılamamış onlara! Ama ne hikmetse iddianamede “deliller” arasında sayılan bebek bezi, kadın pedleri, kıyafetler, mamalar gibi bilumum insani ihtiyaçların listesi, derneğin deprem süresi boyunca gün gün ne yaptıklarını, hangi kadına ulaştıklarını not ettikleri ajandadan alınmış. Bunları bana aktaran dernek gönüllüsü Aylin Çelik iddianamede, ajandanın “yapılan aramada ele geçirildiğinin” yazıldığını ama konteynerde hiçbir resmi aramanın yapılmadığını söylüyor.  Bahsi geçen ajanda ise mayıs ayından beri kayıpmış, “konteynere birilerinin girdiğini, masayı karıştırdığını, hatta içeride sigara içildiğini fark etmiştik. Kapıda herhangi bir zorlama falan yoktu. Polistir dedik, olağan saydık” diyor. Evet, şaşırmayı gerçekten unuttuk bu memlekette!
Yine “milli birlik ve beraberlik” söylemlerinin havada uçuştuğu günlerde yapılan KCK operasyonları sırasında İştar Kadın Danışma Merkezi gönüllüsü kadınlar, Kibele Kadın Derneği yöneticileri, barış anneleri, KESKli kadınlar, BDP’nin kadın siyasetçileri, yerel yönetimlerin kadın çalışanları tutuklanmıştı, hatırlarsınız.
Barışı kazanmak, toplumun farklı kesimlerinin sürecin parçası haline geleceği ve siyasetçileri zorlayacakları bir süreçse eğer, hükümetin “kendi barışını yapmak için yolu temizliyor olduğunu” düşünmeden edemiyor insan.  
Kadınlar sürece davet edilmeyi beklemenin manasız olduğunu biliyorlar. Tam da bu nedenle savaş boyunca çok büyük mağduriyetler yaşamış olsalar da onları güçlendiren, yeni toplumsal ve politik kanallar açan deneyimleriyle bu sürecin “öznesi” olmayı talep ettiler, örgütlendiler. Kürt kadınları savaşın sadece mağdurları değil, bugün gelinen aşamada barışın inşa sürecine katılacak güçlü bir politik özne durumundalar.
DTK’nin düzenlediği 1. Kürt Kadın Buluşmasının sonuç bildirgesinde yer alan şu ifadeler bu politik özneliğin kimi nasıl rahatsız ettiğini özetliyor: “…bölgede kadın cinayetleri, kadın intiharları, fuhuş, madde bağımlılığı, tecavüz ve tacizler, yoksulluk, işsizlik, doğa tahribatı hız kesmeden devam etmektedir. Tüm bunlar sistem tarafından politik olarak beslenmektedir. Bunun en somut örneği çatışmalı ortamın özellikle kadın üzerinde yarattığı tahribatı en aza indirmeye yönelik çalışma yürüten kadın özgür yaşam alanları, belediyelerin kadın kurumları yeni çıkan ŞÖNİM yasası ile devlete devredilerek kadının tek sığınabileceği adres olarak, tekçi zihniyetin egemen olduğu devlet ve kurumları gösterilmektedir. Sivil toplum örgütleri ve kadın kurumları terörü finanse ettikleri gerekçesiyle kapatılarak kadının sosyal ve toplumsal alanda örgütlenmesinin önü alınmaya çalışılmaktadır.”
Savaşın kendisi “cinsiyetli” olduğu için, kadınlar tahribatını farklı yaşıyor. Bu tahribatın hangi boyutlarda nasıl yaşandığına dair bilgi oluşturmaya ve bunların sarsıcı sonuçlarını yok etmeye çalışan kadınlar olmadan hakikatlerin ortaya çıkması tam anlamıyla mümkün olmayacak. Aksine barışın inşası süreci kadınların ikincil konumlarını yeniden üretme potansiyeli taşıyacak. Ve bu, yalnızca Kürt kadınlarının değil, hiçbir kadının kabul etmeyeceği bir sonuç…
O halde “bu kadınlara dokunamazsınız” demekle “bize dokunamazsınız” demek eşdeğer değil mi?

* Bu yazıyı yazarken Handan Çağlayan’ın Kürt Kadınların Penceresinden isimli kitabından çok yararlandım. Tam da bu günlerde okumak çok zihin açıcı gerçekten.
Belki bir bakmak istersiniz…

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa