Çözüm süreci ve diyalog
Kürt sorununun çözümü konusunda tarihi günler yaşanıyor. Herkes böyle söylüyor. Gördüklerimiz var, bize aktarılanlar var ve bunlar zaten sır olmasını gerektirecek şeyler değil. Ama ‘tarihi günler’ deniyor, diyoruz.
İçerikle ilgili yeterli açıklık yoksa da toplumda “tarihi” diye nitelenebilecek adımlar beklentisi var.
PKK’den beklenenleri konuşuyoruz, okuyoruz.
Devlet ne diyor, bilmiyoruz.
İnsan hakları ve özgürlükleri konusunda ne diyor? Ne diyecek? Hangi adımları atacak, planı projesi var mı? Demokratik standartlara yaklaşımı nasıl olacak? Kopenhag kriterlerini çoktan terk edip (2006’dan itibaren) Ankara kriterlerini yeniden canlandırmış ve bu doğrultuda restorasyona yönelmiş bir hükümet var. Ankara kriterleri bütün otoriter-totaliter sistemlerin kriterleridir, biliniyor. Düşüncenin hapsedilmesidir. İşkencedir, yargısız infazdır. Toplantıların, basın açıklamalarının izne bağlanmasıdır. Tazyikli su ile, biber gazları ve coplarla ve de TOMA panzerleriyle dağıtılmasıdır. Keyfi gözaltılar ve tutuklamalar ve yargılamalardır. Ülkenin hapishaneye çevrilmesidir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine uygun adalet dağıtımının yüzde 2’ler mertebesinde olmasıdır.Yani adaletsizliğin genel uygulama olmasıdır. Eskiden askerin vesayetinde yapılan şeylerin, yeni restorasyon döneminde polis ve yargı eliyle yapılmasıdır. Hayatın cehenneme çevrilmesidir.
Bütün bu gelgitler arasında arada bir yöneldiği (TRT 6, 1 Mayıs’ın resmi tatil ilan edilmesi, Kürtçenin bazı üniversitelerde programlara dahil edilmesi gibi bazı tekil olumlu uygulamaları kastediyorum) Kopenhag kriterleriyle hükümet bu meseleyi nasıl ve ne kadar çözebilir?
Bütün bunlara rağmen anahtar kavram, diyalogdur.
Küçük Prens’te söylenen “evcilleştirme”nin ve açımlanması olan “bağlar yaratma”nın en önemli ve etkin ifadesidir, diyalog.
İçeriğinden bağımsız olarak söylüyorum. Asıl olan diyalogdur. Diyaloğun sürmesi, sürdürülebilir olmasıdır çözüm umutlarını yaratan ve diri tutan. O nedenle bu konudaki en iyi temenninin ‘Diyaloğun devam etmesini istemek’ olduğunu düşünüyorum.
Hani “Godoty’u Beklerken” oyununda söylenir ya , “Her noktadan başlanır” diye, mesele budur. Önemli olan konuşabilmektir, göz göze, karşılıklı, ayakta ya da oturarak... Gündemli ya da gündemsiz. İçerik sonra gelir. Önemli olan görüşmek, konuşmaktır. Gündemli ya da gündemsiz bir araya gelmektir önemli olan. Bağlar yaratılmışsa diyalog yoluyla mesele bir yoluna girecek demektir. Zira bağlar yaratmak, sevgidir, karşılıklı sorumluluklardır. Birbirimize olan sorumluluklardır. Bireyin bireye, bireyin topluma, devletin topluma…
Birbirini anlama çabası nasıl gösterilir bir düşünelim. Konuşarak olur bu.
Peki böyle karmaşık ve çok aktörlü bir konuda, bütün sorunların çözümünü İmralı’dan ya da daha açık bir ifade ile Abdullah Öcalan’dan beklemek doğru mudur ve gerçekçi bir beklenti midir?
Bence bu konu da konuşarak halledilebilecek bir konu. Bunu için de diyalog şart. Kim ne yapacak, ne zaman nasıl yapacak, bunlar düşünülüp taşınılıp konuşularak halledilecek konular...
O nedenle bu sürece destek vermek, barış elini tutmak ve barışı bu iyi niyetle inşa etmek en önemli iştir. Toplumun çeşitli kesimlerinin ve şahsiyetlerin sürece olumlu katkısının olabileceği bir yön vardır.
Çözüm süreci ön şart olmadan yaşanıyor ki bu gerçekçi bir yoldur. Daha önceleri deniyordu ya, “Şunları yap da gel” diye? Ön koşuldu bu. Şimdi ise ön koşul olmaktan çıktı; konuşmanın ve sürecin hedeflerinden birisi ya da bir kaçı haline geldi.
Şimdi neyin, ne zaman, nasıl, nerede kim tarafından yapılacağının konuşulacağı süreç yaşanıyor. Bu, bugün için en iyi noktadır. Çözüm ve diyalog sürecine destek olma zamanıdır.
Evrensel'i Takip Et