19 Nisan 2011 12:15

İş cinayetleri de aymazlık da sürüyor

İş cinayetleri de aymazlık da sürüyor

Fotoğraf: Envato

Paylaş

16 Nisan Cumartesi günü, İzmir-Karabağlar’da bir çelik kapı imalathanesinde meydana gelen “patlama” sonucu 4’ü işçi biri itfaiyeci beş kişi yaşamını yitirdi.

Patlamada yaşamını yitiren işçiler; Mustafa Demiralay, Yener Erbaş Harun Cirit, Mustafa Kurt ve itfaiye eri Ozan Avşar için ilk gün basında haberler çıktıysa da sonraki günlerde sadece “patlama sonrası çıkan yangında kayıp olan” işçilerin cesedine “ulaşılması” haber olabildi. Sonra ise sanki bu olay hiç olmamış gibi, günlük “rutin yaşama” dönüldü!

Sermaye basınının tavrını biliyoruz; bu tür iş cinayetlerinin onlarda haber olabilmesi için ya patronlarının bir çıkarı olmalı ya da olayda sansasyonel magazinel malzeme bulunmalı. Aksi halde işçiler ölmüş, kalmış; iş cinayetiymiş, katliammış ya da iş kazası imiş onlar için bir önemi yok! Heyecan unsuru ortadan kakınca, onlar için olay ak kağıt üstünde kara yazı olarak kalıp gidiyor.

Oysa sadece patlamanın kendisi değil öncesi de son derece önemli. Hatta öncesi çok daha önemli. Çünkü patlama, bu önceki durumun bir sonucu. Nitekim, olaydan hemen sonra olay yerine gelen yetkililerin (İlçe Belediye Başkanı) açıklamasına göre çelik kapı imalathanesi ve depolama yeri olarak gösterilen binanın, ne imalathane ne de depolama ruhsatının olmadığını açıkladılar. İzmir Makine Mühendisleri Odası’nın ise patlama sonrasında yaptıkları incelemede ilk saptamaları;
- İmalatı yapılan atölyede ve depolarında çok miktarda tiner bulunduğu ve patlama riskine karşı yeterince önlem alınmamış olduğu;
- Bu işyerindeki yangın ve patlama riskinin yeterince denetlenmediği tespit edilmiştir.
- Böylesi kazaların yaşanmaması için bu tür risklerine sahip işyerlerinin iş ve işçi sağlığı ve yangın riski konusunda denetlenmesi zorunlu olduğu biçimindedir.

Yani açıkça; ortada bir kaza olmadığı ama gerek patronların işyerinde hiçbir işçi sağlığı ve işgüvenliği önlemini almadığı, yetkililerin de bu atölyeyi “çalışma ruhsatı” başta olmak üzere hiçbir biçimde denetlemediği ortaya çıkmıştır.
Peki, bunlar bilinmez şeyler midir?

Elbette hayır!

Nitekim, 31 Ocak 2008 İstanbul-Davutpaşa’da meydana gelen, 20 kişinin ölümüne ve 117 kişinin yaralanması neden olan maytap atölyesinin  raporunda ve 3 Şubat 2011’de Ankara OSTİM’de meydana gelen ve 20 kişini ölünme yol açan patlamalarda da aynı “ruhsatsızlık” ve “yetkililerin denetim görevin yapmaması” nedeni vardı.

Ama Davutpaşa patlamasından yıllarca sonra, katliamdan ölenlerin ailelerinin ısrarı sonucu bir mahkeme açılabilmiş ve bu mahkeme sonuç alamayacak biçimde (yetkililerin ayak sürümesi nedeniyle) sürmektedir. OSTİM’de ise bir “kaçak tüp dolumcusu” bulunmuş; patronların ruhsatsız işletme açması ve yetkililerin denetimsizliği gibi bu toplu cinayetlerin teşvikçi failleri kurtarılmak istenmektedir.

İzmir’deki patlama sonucunda da muhtemeldir ki, aynı yere varılacak; patronlar ve onları denetlemeyen yetkiler kurtarılıp, kimi uydurma failler bulunacak ya da basit para cezasıyla olayların üstü örtülecektir. Bunu bir önyargıyla değil bundan önceki benzeri iş cinayetlerindeki varılan yargı karaları ve idari karalara bakarak söylüyoruz elbette.

Uzmanlar, Türkiye’deki iş kazalarının yüzde 99’unun önlenebilir olduğunu bertiyorlar ki; bu da durumu daha vahimleştiriyor.

Evet, patron patronluğunu yapacak; daha çok kâr için işçinin yaşamın hiçe sayacak. “Yetkili” sonuçta patronların partilerin adamları ya da kadrolarıdır ve onardan da vicdanı varsa işçi lehine bir şey beklersin; yoksa o da kendine yakışanı yapacak. Ama emek örgütleri, sendikalar neden bu cinayetleri kendi üyelerine yönelik cinayet gibi takip etmezler; işçiyi uyarmazlar; yetkilileri baskı altına alacak girişimlerde bulunmazlar? En azında ortaya çıkan iş cinayetleri karşısında emek örgüt olmanın gereğini yaparak, olup biteni takipçisi olamazlar mı?

Sendikaların iş cinayetlerine karşı mücadele etmeleri için illa da ölenlerin kendi üyeleri olması mı gerek?

Bu on binlerce kişinin çalıştığı sanayi bölgelerinde işçilerin can güvenliğine sahip çıkmayan sendikalar hangi hakla ve hangi özgüvenle işçilerin karşısına çıkıp “Ben senin sendikanım” diyebilecektir?

Bugün işçinin sendikaya kuşkulu bakmasında, sendikaların üyesi olmayan işçi kesimlerinin hakların savunma konusundaki aymazlıklarının rolü yok mudur?

Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa