15 Aralık 2012 08:59

Kirvem,
Her Türk’ün asker doğduğu şu güzel yurdumuzda, ister istemez sanki gelenek halini alan “askeri darbeler”le bir günden diğerine şıpınişi rafa kaldırılan anayasaların hemen akabinde;  yolumuza, omuzları yıldızlarla, apoletleri sırmalarla bezenmiş “paşa”ların “emir-komuta”sı altında nizam, intizamla devam edip, böylece bu ülkede sadece sıradan birer “nefer” doğmadığımız gibi, tam aksine ezelden beri zaten topyekûn “asker millet” olduğumuzu dosta düşmana her on senede bir kanıtlarken, gari hangi dağda kurt öldü, hangi kuş yolunu şaşırıp hangi taşa kazara çarptı, ya da kim bilir hangi kapıların ardında hangi dümenler, hangi alengirli hesaplar, hangi cinlikler sonrasında nasıl olduysa oldu; bir de baktık ki, son askeri “ültimatom”un  internet aracılığıyla verilmesinin ardından, bu kez pabuçunu alıp gidenler iktidardaki “sivil”ler yerine, kendilerini daima “Mustafa Kemal’in Askerleri” diyerek yeri göğü inletenler oldu…
Nitekim kendi işkembelerince ülkenin nizam ve intizamının şu ya da bu şekilde “laçka”laşıp rayından çıktığına, dolayısıyla buna, bu yampiri gidişata, yüce Türk milleti adına el koymanın tam da vaktinin geldiğine hükmedip, böylece “Bir gece ansızın gelebilirim!” şarkısı eşliğinde “durumdan vazife çıkarma” sevdasıyla yanıp tutuşanların bu marazi “heves”leri, bu son “muhtıra” ile birlikte kursaklarında düğümlenip kaldı!
Yani?..
Yani, “Mustafa Kemal’in Askerleri” bir zamanlar postal, palaska, dipçik zoruyla devletin “dümen”ine oturur oturmaz, yüce milletimizin seçim sandıklarına attıkları oylarla, verdikleri reylerle beyan ettikleri “irade”lerinin gari kesinlikle berhava olduğunu, bunun yerine kendi “apoletli iktidar”larının tiz sesli “boru”sunun “tatara-titiri” makamında öteceğini zırt-pırt deklare edip, böylece halkımıza yıllar yılı süngülerin gölgesinde ezberlettikleri “En büyük asker bizim asker!” sloganına, bu son çıkışlarıyla sadece gölge düşürmediler, aynı zamanda “karizma”larını da fena halde çizdirdiler nitekim!
Nitekim eskiden, yani kör-topal da olsa yürüyen demokrasi çarkımıza durduk yere çomak sokmayı hüner belleyip, bunu da her defasında ne hikmetse yine yüce “Türk milletinin âli menfaatleri” mucibince yapmayı kendilerince görev, hatta “vatan borcu” addeden bu “paşa”ların karşısında, hemen “hazır ol”a geçip, hani deyim yerindeyse sanki süt dökmüş kedi misali suçluymuşçasına,  kimileri siyah fötr şapkalarını, kimileri kasketlerini apar topar alıp, ardından da “Usta Nikola bir daha görürsen iki ola!” tekerlemesiyle cızlamı çekip gittiler ama, öte taraftan korku belasına terk etmek zorunda kaldıkları koltuklarına günün birinde “sil baştan” dönmek için “pusu”ya yattılar…
Aslında altmışlı yılların başlarında “temel”i atılan askeri darbeler sonucunda o zamanın kimi siyaset erbabı yaka-paça derdest edilip, böylece Yassıada’daki sözde mahkemelerin tepeden inme emirlerle verdikleri “ferman”larla darağaçlarını boylarken, daha sonraları yine aynı “torna” dan çıkmış darbeler, muhtıralar, balans ayarlarının gölgesinde Aksak Timur misali yalpalaya yalpalaya “demokrasi” oyunumuzu sürdürüp durduk…
Şimdilerde “Asmayalım da besliyelim mi!” tayfasının “bakiye” kalan “paşa”larının yanı sıra, keza onların izinden yürüyen, aynı yolun yolcularının da, “peygamber ocağı” denen kışlalarda vatani görevlerini yapan erlere, gerektiğinde düşmanlarımızın böğrüne kasaturaları en seri ve en acımasız şekilde nasıl saplayacaklarını, şu “garip gureba” halkın verdiği vergilerle alınan bilumum “modern” silahların ölüm kusan marifetlerini, ya da atılan her kurşunun boşa gitmeyip, tam aksine hedefi nasıl vuracağını satır satır belletip, “talim-terbiye” yoluyla aslan “memetçik”lerimizi “vatan savunması”na hazırlamaları gerekirken, bunun yerine ikide bir neden darbe üstüne darbe yapmayı “vazife” edindiklerini, bunun “fatura”sının da bu millete neye patladığının muhasebesi de güya derlenip toparlanıyor!
Uzun süren mahkeme safhalarının ardından, bugün-yarın açıklanıp kamuyla paylaşılacak kararların; bundan sonraki serencamı ne olur, dağ ya da fare mi doğurur, “Adalet Mülkün Temelidir” fetvasının hüküm sürdüğü şu bizim diyarlarda, acaba “hak”, “hukuk” gerçekten de yerini bulup “vicdan”ları rahatlatır mı, yoksa tıpkı tavandan sarkan kırk mumluk bir “ampul”ün loş, ölü ışığına dönüşüp sadece dibini mi aydınlatır, ehh bunu da ben özüm bittabii ki bilemem Kirvem!

evrensel.net

Mıgırdiç Margosyan

Asker millet meselesi
0:00 0:00
1.00x
0:00 / 0:00
1.00x

Evrensel'i Takip Et