01 Kasım 2012 01:51

Landsburg'un kuyusu

Landsburg'un kuyusu

Fotoğraf: Envato

Paylaş

ABD seçimleri yaklaşırken seçim gündeminin merkezinde vergi sistemine dönük tartışmalar yer alıyor. Ülkenin bütçe açığının rekor seviyelere ulaştığı bir dönemde kamu harcamalarının finansmanının sonsuza değin borçlanarak ya da para basarak sürdürülemeyeceği aşikar. Kamu gelirlerinin arttırılabilmesi için Demokratlar yüksek gelir sahiplerine dönük artan oranlı vergilerin  uygulanmasını savunuyorlar. Cumhuriyetçiler ise vergilerin sınırlandırılmasını savunmakla kalmayıp, daha fazla gelir sahibi olanların daha yüksek oranlarda vergi ödemesinin bir adaletsizlik olduğuna vurgu yapıyorlar. Zenginlerin artan oranda vergilendirilmesinin sermaye birikimini ve büyümeyi sınırladığını dolayısıyla da vergi gelirlerinin potansiyelinin gerisinde kaldığını belirtiyorlar.
Son döneminin popüler ekonomi yazarlarından Steven Landsburg siyasetten, gündelik yaşama geniş yelpazede pek çok meseleye dair ürettiği piyasa eksenli çözümler ile sivrilen bir isim. Vergi adaleti gibi her daim sıcak bir gündeme de kayıtsız kalamamış elbet. Ufak bir anektod ile Demokratların bu konuya dair ezberinin kolayca bozulabileceğini göstermeye çabalamış. Ne derece başarmış, onu hep birlikte göreceğiz.
Bir akşam yemeğinde Landsburg zenginlerin yeterince vergi vermediğinden şikayetçi bir arkadaşıyla tartışmaktadır. Yazarımız arkadaşına şöyle bir örnek verir. Varsayalım ki, Jack ve Jill kamuya açık bir kuyudan eşit miktarda su çekmektedirler. Kuyunun bakımı için Jack 10.000 dolarlık geliri üzerinden yüzde 10, yani 1000 dolar vergi ödemektedir. Buna karşın, geliri 100.000 dolar olan Jill ise  yüzde 5 yani 5000 dolar vergilendirilmektedir. Şimdi söyle der arkadaşına Landsburg, adaletsizlik kime?
Landsburg’un örneği arkadaşını susturmaya yetse de gelin biz bu örneği biraz daha kurcalayalım. Öncelikle, her iki kahramanımızın da kuyudan eşit derecede faydalandığı varsayımını sorgulayarak işe başlayalım. Çünkü Landsburg arkadaşını aslında pek gerçekçi olmayan bu varsayımla susturuyor. Peki biri diğerinin on katı kazanan iki komşunun geliri nereden geliyor, nereye gidiyor ? Gelirin topraktan elde edildiğini varsayarsak zengin komşu diğerinin on katı büyük bir alanı ekip biçmekte, dolayısıyla on kat fazla su harcamaktadır. Gelir havadan gelse dahi bu kez işin harcama tarafında farklılık ortaya çıkacaktır. Zengin komşu daha büyük eve, daha büyük bahçeye ve dolayısıyla da daha fazla su tüketimine sahip olacaktır. Her ikisinin de kuyudan eşit oranda faydalandığı varsayımı yaşadığımız dünyanın gerçekleriyle örtüşmemektedir.     
Landsburg’un kuyusu genel olarak kamusal malları ifade etmek için seçilmiş bir örnek. Burada çokça rastladığımız bir diğer argüman ise zenginlerin kamunun bedava sağladığı eğitim, sağlık gibi pek çok hizmetten faydalanmadığı (ihtiyaç duymadığı) halde kamu gelirlerine daha fazla katkıda bulunuyor olması. Bu argüman belki de en problemli olanı. Çünkü kamunun sağladığı sosyal harcamalar ihtiyaç duyulan emek gücünün yeniden üretim maliyetini sınırlamakta yükü sermayenin sırtından kamuya aktarmaktadır. Kaldı ki, kamunun sunduğu altyapı hizmetlerinden ve en başta devletin varlık sebebi olan güvenlik hizmetinden faydalanma oranı da gelir seviyesiyle birlikte artmaktadır. Devletin kolluk kuvvetleri mevcut sermaye birikim modelinin ve üretim hiyerarşisinin devamı için elzemdir. Devleti ortada kaldırdığımız, Hobbes’un doğal durumuna döndüğümüz durumda bundan zararlı çıkacak olan kuşkusuz öncelikle ayrıcalıklı sınıflardır.
Gelelim güncel örneğimize. Bir diğer “kamusal mal” olan finansal sistemin istikrarı için pek çok ülkede finans kesimine trilyonlarca dolar aktarıldı. Elbette kredi veren, kullanan, mal-hizmet üreten, satan tüm ekonomik aktörler finansal istikrarsızlıktan nasibini almaktadır. Ne var ki, finansal istikrardan her kesimin aynı oranda fayda sağladığını söylemek mümkün müdür? Trilyonlarca dolarlık finansal varlığı elinde bulunduranlarla, finansal sistemle bağı ancak çalıştığı işletme üzerinden (ya da cebinde bulundurduğu kredi kartı üzerinden) kurulabilecek bir emekçinin kriz karşısında ödeyeceği bedel karşılaştırılabilir mi? Kamu gelirlerinin geçmişte benzeri görülmemiş şekilde doğrudan finans tekellerinin kasasına yönlendirildiği bir dönemde sermaye sınıfının vergi adaletsizliğinden yakınması, yavuz hırsız misali çığırtkanlık yapmak değildir de nedir?
Geleneksel olarak Marksistler, ekonomik sürecin dağılım tarafına odaklanmanın eşitsizliğin temelinde yatan mülkiyet ilişkilerinin gözardı edilmesine yol açacağını savunagelmişlerdir. Dolayısıyla da yeniden dağılımcı politikalara dönük tartışmalara taraf olmaktan çoğu zaman kaçınmışlardır. Kuşkusuz ki, üretim ilişkilerindeki eşitsizlik ve güç hiyerarşisi gözardı edilerek vergilendirme ve sosyal harcamalar yoluyla adalet ve eşitliği sağlama arayışı gerçekçi olmadığı gibi büyük ölçüde mevcut birikim modelini sürdürülebilir kılmayı amaçlamaktadır. Ama bu gerçek, vergi adaleti ve benzeri tartışmaların mevcut sistemin sorgulanabilmesi açısından taşıdığı önemi azaltmamaktadır.

evrensel.net
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...