20 Ekim 2012 13:54

Çinli yazar Mo Yan Nobel Edebiyat Ödülünü alınca ülkesinde iki iş adamı ona bir villa bir de Mercedes otomobil hediye etmek istemiş. Mo Yan bunu kabul etmemiş. Sempatisini, acımasını, şefkatini ifade etmek için burjuvanın elinden, pahalı hediyeler vermekten başka bir şey gelmez. Parayı çok sever çünkü ve lütufta bulunmak için en sevdiği şeyin bir miktarını gözden çıkarması en büyük fedakarlıktır onun için. Parayla özür diler, parayla sever, insani duyguların parayla satın alınabileceğini, paranın duygunun yerine ikame edilebileceğini hatta duygunun onunla inşa edilebileceğini sanır. Sistem onun sistemi olduğu için de alt sınıflara kadar benimsenebilen hakim bir kültürün temel belirleyeni haline de getirmiştir bunu. Marx’ın Manifesto’da yazdığı gibi, bütün insani ilişkilerin ve duyguların paraya tahvil edildiği bir sistemdir bu.
Sonra bu temel kurucu prensip gündelik hayatta tuhaf biçimlerde kendisini yeniden üretme olanakları bulur. Ne kadar çalışırlarsa çalışsınlar hiçbir zaman asgari bir konfora ulaşamayan yığınlarca insan, karşılarında rantla, üç kağıtla, başkalarının emeklerini sömürerek zengin olmuş olanlara bakarak bunun kendi hayatları için de mümkün olduğunu düşünmeye başlarlar. Olmadı bir araba, bir ev, yüklüce para ikramiyesi için televizyondaki uyduruk şovlara katılır, bir kasadan çıkacak 500 bin lira için oluk oluk ter dökebilir, sunucuya yalvarabilir; emeksiz kazanılacak hediye için programların kapılarını aşındırabilirler. Zenginlik bir şans işiyse yoksul neden şansını zorlamasın ki! Burjuva, yoksulların,  kendi yoksulluklarının, çıkan fırsatları değerlendirmeyi bilmeyenlerin kötü kaderi veya tembelliklerinin eseri olduğuna inanmalarını ister. Buna onu şovlarda alıştırır, öğrenip öğrenmediğini gündelik pratiklerde sınar. Küçücük bir lütuf için yerlere kadar eğilmeyi öğretir ona.
Çinli yazar kapısını çalan böyle bir şansa yüz vermemiş. Sadece o değil; Youtube’da kendisine sataşan bir genci “Oğlum bak git” diyerek uzaklaştırmaya çalışan, ama sırnaşmaya devam eden genci bir güzel ıslatmaktan başka çaresi kalmayan temizlik işçisi hakkında dava açılmıştı. İşçinin meşhur cümlesinin patentini alan ve filmine bu ismi koyan Yönetmen Ercan Narinç de hiç hesapta olmadan popüler kültür gündemi olan adamcağıza bir ev satın almak istemiş ama işçiyi buna ikna edememiş. Anlaşılan o ki şans o yoksullardan birinin daha kapısını kırmış ama yoksul bu şansı kullanmayı reddetmiş. Böyleleri olabiliyor elbette; “Oğlum bak git”in kahramanı durduk yere hakkında dava açıldıktan sonra bir daha başını belaya sokmak ve ortalıkta görünmek istemiyor olabilir. Bunda da haklıdır; Lütfun, maddi değerinin kat kat karşılığında hem maddi hem manevi bir borç olarak eninde sonunda, bir faturayla kendisine döneceğini çoğu kez yoksullar sezer. O sezgi yüzünden şu dünyada bir parçacık konforun tepeden inebileceğine inanmaz, konforun, rahat yaşamın her insanoğlu/kızının hakkı olduğuna inanarak mücadele ederler. Gemiden tek başına kurtulmak mı? O bir peri masalıdır daha ziyade.
Bizde Avrupa Birliği sayesinde demokrasinin gelebileceğine inanan, ruhu yoksul, fikri burjuva çok kanaat önderi türedi yıllardır. Demokrasiyi ancak daha şahane, daha ihtişamlı gördükleri birilerinin sunabileceğini sanan, herkesin kendi demokrasisini kendisinin kurması gerektiğinin farkında olmayan böylelerinin tufeyli burjuva zihniyetini içselleştirdiği söylenebilir. Onun için ruhları da lütfa el açmaya alışmıştır.  
Çinli yazara ödül veren Nobel komitesi bu yıl barış ödülünü AB’ye verdi. O Avrupa ki Yunanistan krizinin ağır faturasını Yunan emekçilerine ödetmek için fatura üstüne fatura kesti, üyelerinin en irilerinden birisi Arap çocuklarının isyanına gözdağı vermek için Libya’ya ilk çıkarma yapanlardandı. Ve AB şimdi bütün Avrupa’da üretilen temel besin maddelerinden kalanlarla yoksullara yapılan yardımı kesmeye karar verdi. AB’nin öncü ülkeleri krizin faturasını halka koçan koçan keserken Yunan devletiyle iş birliği yapmamışlar gibi yoksullukla mücadelenin şimdi Birliğin değil devletlerin meselesi olduğunu iddia ediyorlar. Ceplerinden çıkacak para artık sempati almaya yaramayacak çünkü. Çünkü yoksullaştırılan kitle devasa bir büyüklüğe ulaştı.
Hatırlayalım, geçen yıl AB, Yunanistan’ın kurtarıcılığına soyunduğunda Yunan halkıyla “Siesta yapan, çalışmayı sevmeyen tembeller” diyerek alay etmiş, kriz yüzünden karnını doyuramaz hale gelen yoksul ve işsizler için kurulan aşevleri bu tembeller sürüsüne hak etmedikleri bir lütuf gibi görünsün diye az uğraşmamıştı. Yunanistan halkı hâlâ direniyor, mücadele ediyor, polisle çatışıyor. Onu buna mecbur eden AB ise bu ülkenin savaş alanına dönmesinde tuzu olduğu halde barış ödülüne layık görülüyor.
Bu tuzu kuruluğu AB irileri her zaman “Göbeklerini kaşıya kaşıya” gösterdiler. Bizim tuzu kurulardan Oral Çalışlar da İspanya gezisinde iken öğlen dükkanları kapalı görünce “Bunlar bu yüzden batmış kardeşim” diye söylenmiş. Küresel rekabet ortamına bu çalışma temposuyla ayak uydurmaları mümkün görünmüyormuş, İspanyollar çalışmayı sevmiyorlarmış çünkü. Radikal’in yeni reklamında şöyle yazıyor: Radikal’de yazmak için Oral Çalışlar olmak gerekmiyor… Reklamı değiştirmek lazım: Radikal yazarı olmak için Oral Çalışlar gibi klişelerin adamı olmak lazım!
Demek ki neymiş, yoksulları önce lütufların şanına alıştırmak, şov programlarında eğitmek sonra da gerçekten kitleler halinde lütfa ihtiyaç duyar hale getirildiklerinde onları aşağılamak ve “tembelsiniz” diye hakaret etmek gerekirmiş. Araya küresel iş temposu filan gibi laflar eklerseniz burjuvadan daha ziyade entelektüel görünebilirsiniz. Sizi Merkel’den ayıran bu sos olur.
Avrupa emekçilerinin işi bir hayli zor; Merkel onları kendisine ve lideri olduğu AB’ye el açar duruma soktu eninde sonunda. Bir zamanlar adına şans dediği hediyeler, lütuflar koyarak sahibinin sadakatini, minnetini ve sevgisini satın almaya çalıştığı o ele tükürüyor. Çünkü açlar ordusu büyüdü ve akın akın çoğalıyor. Dolayısıyla burjuvanın canından koparacağı kıymığın miktarı da büyüdü. Parayla sempati satın almanın da bir sınırı olduğu ortaya çıktı. Karşısındaki bir tane ödüllü Çinli yazar değil ki bir Mercedes bir villaya burjuva ruhunu okşayabilsin. Karşısında koca bir sınıf var; Avrupa’nın yoksul ve aç emekçi sınıfları var.
Bu sınıf şimdi “Oğlum bak git” aşamasında. Süpürgeyi eline aldığında ne lütuf ne hediye… sınıfa karşı sınıf.

evrensel.net

Evrensel'i Takip Et