29 Eylül 2012 11:06

Kupa tedavisi… Nereye kadar?

Kupa tedavisi… Nereye kadar?

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Bugünlerde Haliç Kongre Merkezinde Uluslararası Kupa Terapisi Konferansı düzenleniyor. Konferansın açılış programında, bazı sağlık tekellerinin hastane ortaklıklarında adları geçen Emine Erdoğan ve Sare Davutoğlu’nun adları yazılı. Kupa tedavisi eskiden, daha çok sırtta, bir kupa yardımıyla vakum yaratılarak hastanın rahatlatılması için uygulanırdı. Vakum yaratılan bölgede kan dolaşımına yapılan bu dışsal müdahalenin bazı şikayetleri dindireceğine inanılırdı. Dolaşıma müdahalenin, vücudun değişik noktalarına yerleştirilen sülüklere kan emdirilmesi biçiminde uygulanan ve hacamat olarak bilinen biçimleri var. Bunda maksat “Rahatlamayı sağlamak maksadıyla bir miktar kirli kanın uzaklaştırılması.”
İlaç tekellerinin gölgesindeki tıbbın giderek kimyasal içerikli ilaçlara bel bağlaması, hekimleri cerrahi işlemlere daha kolay ikna eder hale getiren performans uygulamaları, sağlık alanında dönüşüm adı altında yapılan düzenlemeler bu sürecin aslını idrak edemeyen kesimlerde modern tıbba güveni sarsabiliyor. Böylece tedavi sürecinde karşılaştıkları akıl almaz uygulamaları hastaların çoğu doğrudan doğruya tıp bilimiyle ilgili bir sorun olarak da algılayabiliyor. Bilimin kimin elinde ve neye hizmet ettiği sorusuna yanıt aramaktansa, atom bombası ile nükleer felaketlerin yolunu açan bilimsel çalışmalara toptan tepki duymakla ilişkili bir yanı da var bu duygunun.
Tıb biliminin insanı odağına alan değil tekelci sermayenin çıkarlarını esas alan biçimde geliştirilmeye çalışılmasının bıraktığı devasa boşlukta alternatif tıbbın ve modern öncesi yöntemlerin piyasaya yeni sürümü bu hoşnutsuzluk yüzünden. Her şeyi sermaye birikiminin malzemesi haline getiren kapitalizmin alternatif tıbba ve modern öncesi yöntemlere yüz vermeyeceği düşünülmemeli. Zira bu işin de bir piyasası oluşuyor artık. “Modern tıp tamam ama geleneksel yöntemler de göz önünde bulundurulmalı” yaklaşımına pek çok durumdan aşinayız zaten: “Evrim tamam ama yaradılış inancı da evrim kuramı kadar önemli…” diyenler az olmadı.
Şimdi ikincisi düzenlenen “kupa konferansı” da hastane tekelleriyle rant ilişkisine girmekten hiç vazgeçmeyen ama diğer yandan da “helal tıp”, “İslami tıp” söylemini parlatıp duran yeni muhafazakarlığın meşrebine uygun bir etkinlik. Hastaneler de bizim olsun, ama atadan kalma usuller de!
Bu sentezleme işi sadece buralarda moda değil. Dan Brown son kitabında modern bilimi başlatan Newton’a da teyit ettirerek antik dönem biliminin unutulmuş erdemine parmak basmıştı. Yani Evangelist ve Masonik uygarlık yorumunda modern öncesi ritüellerin itibarının iade edilmesi başlıca kaygılar arasında yer alıyor. Dünyanın yönünün Orta Çağ’a çevrilmesinde bu kesimlerle dirsek temasında oldukları bilinen süper güçlerin büyük rol üstlendikleri ise biliniyor. Dünyanın geriye gittiği yerde Türkiye’nin modern ötesine gideceği yok haliyle, modern ile geleneği sentezlemeyi öneren postmoderne gidebiliyor ancak.
* * *
Toplumun damarlarının, birikmiş kirli kandan istiap haddini doldurduğu düşünülürse bugünlerde kupa çekme tedavisinin tartışılmasının ironik bir yanı da yok değil. Emine Hanım bu yazı yazılırken Konferans’ın açılış konuşmalarından birini yapıyordu. Zevcinin tam da “İmralı ile görüşülebilir” deyip kamuoyunu şaşırttığı sırada… Yazdan beri süren çatışmaların, artan cenazelerin tahammül sınırını zorladığı, herkesin daha yüksek sesle “Bu kan dursun, müzakereler yapılsın” dediği bu zamanlarda sırta tutulan hükümet kupasıyla çekilen kirli kanın rahatlatıcı bir yanı olduğu inkar edilebilir mi!? Bir süre daha yüksek siyaset mercilerinde yapılan müzakere-muhatap, Oslo-İmralı yorumlarıyla oyalanacağız demektir. Oyalanacağız ve müzakere lafı edilmesinin müzakerenin kendisinin yerine geçirilmesi demek olduğuna inandırılmaya çalışılacağız. Tıpkı hastanın geçici rahatlamayla hastalığının geçtiğine inanması gibi.
Ama bünye, ortamda gerilim üstüne gerilim inşa edildiği için bir kupayla rahatlayacak gibi değil. Kısa bir süredir sesi soluğu çıkmayan Özgür Suriye Ordusu elemanlarının Türkiye’nin güneyindeki kamplarda barındırıldığı da bizzat komutanlarından biri tarafından itiraf edildi bugünlerde. “Türkiye bizi kovdu, komuta merkezimizi Suriye”ye taşıdık” diye beyan etti Albay. Ve böylece hükümetin ısrarla inkar ettiği bir malumu ilan etmiş oldu. Uyguladığı politikalarla içeride ve dışarıda ülkeyi savaş kıskacına sokan hükümetin, attığı her adımla halkta biriktirdiği tepkiyi emebilecek bir vakum daha icat edilmedi.
Hele bütçe açığını “rakı içenlere”, doğal gaz maliyetini “kullananlara” ödeteceğini söyleyerek Türk “siyasi inciler” tarihine katkıda bulunmakla kalmayan bir enerji bakanını istihdam eden bir kabine, inişe geçmiş ekonominin işaret ettiği krizin faturasını krizin gerçek sorumlularına değil de yine halka çıkartmayı hedefliyorsa hükümetin hiç şansı yok sayılır. Rakıcılar evet memleketi kurtarma muhabbetine alışıktır ama bütçe deliğinden sorumlu tutulmak, yetmedi bu deliği kapatmakla görevlendirilmek… o başka… Sarhoş kafayla bile insan nasıl bir kazık yediğinin farkına varabilir. Kulağa gelen saçmalık dozunu anlayabilmek için, ekmek zammını ekmek kullananlar ödesin, su zammını su içenler ödesin diye devam ettirilebilir bu mantık. Şimdilik alkollü içkiye mesafe koyan dini-muhafazakar kültür bunun anlaşılmasını zorlaştırıyor olsa da bu yol o kapıya çıkar ister istemez.
Bu laf çöküşe yakışan bir aforizmadır aslında.
 Bu gidişle diğerlerinden ayırarak kayrıldıklarını hissettirebileceği, rakı içenlere göre rakı içmeyenleri doğal gaz kullanmayanlara göre kullananları gözden düşürmeye yarayacak bu kıvamda saçma bir laf kalmayacak hükümetin sözcük hazinesinde. O zaman ne olacak peki?
Gelsin kupalar, hacamatlar…
Kurtarmaz ki.

evrensel.net
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa