Ekonomik durgunluğa bilindik tedavi: Parasal genişleme
Fotoğraf: Envato
Hafta içerisinde dünya finans piyasalarının gözü kulağı FED başkanı Bernanke’nin yapacağı basın toplantısındaydı. Bernanke finans çevrelerinin beklentisini büyük oranda karşıladı ve FED’in üçüncü parasal genişleme politikasını (QE3) açıkladı.
ABD seçime giderken, Obama ve Bernanke’nin kaderleri birbirine bu denli sıkıca bağlıyken FED’in farklı bir tutum alması da beklenemezdi. Her ne kadar Bernanke basın toplantısında siyasi gündemin FED politikaları üzerinde etkisi olmadığını belirtse de, bu açıklama giderek içi boşalan “merkez bankası bağımsızlığı” söylemine şekilsel bir bağlılığın ötesinde bir anlam taşımamaktaydı.
QE3 doğrultusunda FED önümüzdeki 1 yıl boyunca aylık 40 milyar dolar tutarında mortgage tahvili alımı yapacak. Ekonomik göstergelerde toparlanma görülmezse devlet tahvili alımına dönük benzer bir politikanın (QE4) devreye sokulmasına da açık kapı bırakıldı. Açıklanan kararlar sonrasında avro dolar karşısında hızla değer kazanarak kritik 1.30 seviyesinin üzerine tırmandı. Altın ve diğer emtia piyasalarında da benzer yükselişler yaşandı. İçeride de dolar TL karşısında değer yitirerek kritik 1.80 seviyesinin altına geriledi.
Görünen o ki FED’in ucuz dolar politikası uzunca bir süre daha devam edecek. Elbette Avrupa cephesinden gelecek yeni olumsuz haberlerle doların yukarı yönlü hareketler yapma olasılığının güçlü olduğunu da hatırlatalım. Peki doların zayıflaması Türkiye ekonomisini nasıl etkiler? Şirketlerin bilançolarındaki dolar cinsi borçların büyüklüğü düşünüldüğünde kur riskini azaltacak, yıl sonu bilançolarını parlatacak bir gelişme olarak yorumlanabilir. Düşük dolar enflasyonun kontrol altında tutulabilmesi açısından da önemli bir avantaj. Diğer yandan, bu süreç artık kronikleşen cari açık sorununu körükleyecektir. Bu nedenle Merkez Bankasının bu dönemde döviz rezervlerini arttırarak doların aşağı yönlü sert bir hareketine izin vermeyeceğini öngörebiliriz.
Gelelim QE3’ün ABD ekonomisine olası etkilerine. Hatırlayacaksınız, 2008 krizinin başlarında başta Keynezyenler olmak üzere birçok iktisatçı bozuk gelir dağılımının ve ücretlerin toplam üretim içerisindeki payının gerilemesine vurgu yapmış, bu durumun efektif talebi sınırladığını belirtmişti. ABD kapitalizminin finansallaşma yoluyla krizi aşma çabası kırılganlığı daha da arttırmış, borçla finanse edilen tüketim harcamaları yaratılan emlak balonunun patlamasıyla hızla daralmıştı. Obama’nın “değişim” sloganıyla yürüttüğü seçim kampanyasında da gelir dağılımı uçurumunu daraltacak sosyal politikalara öncelik verileceği vurgulanmıştı.
Bugün geldiğimiz noktada Obama iktidarı ABD ekonomisinin sorunlarına parasal genişlemenin ötesinde bir tedavi üretebilmiş değil. Krugman gibi gelir dağılımının önemine vurgu yapan Obama destekçisi iktisatçılar da bu konudaki ısrarı bir kenara bırakmış görünüyorlar. Mortgage tahvili alımı ile emlak piyasasında büyüme yoluyla kredi kanallarının hareketlendirilmesi amaçlanıyor. Böylece başladığımız noktaya geri dönüyoruz. Varlık balonları yoluyla ayakta tutulan bir ekonomiyi neler beklediğini kısa süre önce tecrübe ettik. Herkes gereken dersleri çıkarmıştır elbet. Ne var ki, ekonomi diğer toplumsal dinamiklerden bağımsız işlemiyor. Krizden çıkış politikaları da diğer ekonomi politikaları gibi sermayenin çıkarları etrafında şekilleniyor.
3 yıl önce CEO’ların yıllık kazançlarından bahsederken öfkeden aksırıp tıksıran Obama’nın başkanlığı süresince kamu kesimi tarafından kasalarına trilyonlarca dolar aktarılan finans devlerinin üst düzey yöneticilerinin ücretleri kısa sürede eski seviyelerin de üzerine tırmandı. CEO’ların ortalama yıllık kazançları işçilerin ortalamasının 300 mislini buluyor. Resmi istatistiklere göre 2011 yılı itibariyle yoksulluk sınırının altındaki nüfusun oranı son 20 yılın en yüksek seviyesinde. Toplamda ise yoksulların sayısı 46.2 milyon ile bu alanda resmi istatistiklerin toplanmaya başladığı 53 yılın zirvesinde. Zengin ve yoksullar arasındaki gelir uçurumu hızla büyürken son 45 yılın rekoru kırılmış. Obama’nın biraz ilerleme sağladığı belki de tek alan olan sağlık sigortasına bakıldığında ise sağlık sigortası olmayan nüfusun oranı yüzde 16.3’den 15.7’ye gerilemiş. Toplamda ise 48.6 milyon kişi herhangi bir sağlık sigortasından yoksun durumda.
Yukarıdaki istatistikler Keynezyen reçetelerle çıkılan yolda krizden çıkış politikalarının hangi önceliklerle şekillendirildiğini yalın bir şekilde gözler önüne seriyor. Çünkü iddia edildiği gibi sınıfsal karşıtlıkların üzerinde bir ekonomik doğru bulunmuyor. Kapitalizmi var eden sermayenin sınırsız ve soluksuz kâr arayışı zamanla sistemin istikrarını tehdit eden başlıca unsur haline dönüşüyor.
- Kurtarıcı mı, yoksa yeni günah keçisi mi? 09 Haziran 2023 04:18
- Seçim senaryoları ve ekonomiye dönük beklentiler 12 Mayıs 2023 04:19
- Kurda istikrar illüzyonu 28 Nisan 2023 04:21
- SVB krizinin arka planı ve düşündürdükleri 17 Mart 2023 04:52
- Para politikasındaki ayrışma belirginleşiyor 24 Eylül 2022 04:50
- Şimdi solun tam zamanı 12 Ağustos 2022 04:26
- Enflasyon gelir dağılımını bozuyor 08 Temmuz 2022 04:47
- Merkez Bankası şaşırtmadı 27 Mayıs 2022 01:12
- Kehanet çöktüğünde 22 Nisan 2022 00:37
- Enflasyon doludizgin 08 Nisan 2022 00:40
- Faiz politikasının bilançosu 10 Mart 2022 23:31
- Enflasyon geriler mi? 10 Şubat 2022 23:18