8 Ağustos 2012 13:54

Pazartesi, salı, çarşamba…

-Varım. Buradayım…Bütün pazartesilerde, salılarda ve de çarşambalarda…
Ama sorular da yok değil kafamda. Ben gerçekten var mıyım?
‘Buradayım’ diyorum. Gerçekten burada mıyım? Hem, “bura”sı neresi?
Gün isimlerini yazıyorum. Gün, yaşadığım gezegende (gezegen?), dünyaya ait zaman algısını ya da nitelemesini göstermiyor mu?
Başka gezegenlerde zamanı algılayan varlık var mı ve nasıl algılıyorlar acaba, hem onlarda da zaman kavramı var mı?
Kaç zamandır yukarıdaki soruları soran biriyle konuşmamıştım.
-Sende de olur mu böyle şeyler, dedi bana.
-Evet, dedim. Çok uzun yıllar oldu, soruyorum bu soruları. Bunlar varoluşla ilgili. Gerçek nedir, gördüğümüz ya da bize gösterilenler nedir?
-Kuantumla tanışıklığım pek de gerilere gitmez benim dedim arkadaşıma.
Herhalde ilk ciddi karşılaşmam kişisel tarihim itibariyle 1980’lerin başıydı. Pek de önemsediğimi söyleyemem.
Merak yoksunluğu...
Benim şimdi bugünlerde çokça sorduğum soruların kuantumla ilgisini göstermek ya da var mı yok mu diye sormak değil derdim. Bu soruları sormak bir zorunluluk oluyor. Cevabını da herkes kendisi veriyor zaten hayatta.
Hayat!..
Hayat nedir ki?
Belirsizliklerle dolu hal… Acaba, bütün durumlar, koşullar ve zamanlarda hep belirsizlikler mi hakimdir; hakimdi?
Her şey olabilir mi?
Zamandan, koşullardan, durumlardan bağımsız, olabilir mi?
Her şey olasılıklar dahilinde midir? Her şey nedir? Rastlantılar… Karşılaşmalar. Aşk bile…
Mars’a ulaştığını haber verdi haberciler, NASA’nın gönderdiği araştırma aracının. Adı da müthiş: Curiosity (Merak).
Mars’taki zamanı dünyalılar niteliyor. Bir gün diyorlar Mars’ta, 24 saat 39 dakikadır. Niye? Kime göre? Marslılar ya da Marstaki egemen düşünce, bilim ne diyor bu konuda?
Ölçüp, biçip zaman şudur demişler mi acaba, demişler mi, bilen var mı?
Ay’a ilk ayak bastığında Amerikalılar, (20 Temmuz) henüz 16 yaşında bir çocuk-gençtim. 1969 yılında.
Samsun-Havza’da Elhamra sinemasının önünde 3-5 çocuk-delikanlı bir yaz günü
akşamında gezerken bir vatandaş yaklaşmıştı yanımıza, “Bu Amerikalılar yalan söylüyorlar. Ay’a inmişlermiş!”
O sırada gökyüzünde parlayan Ay’ı göstererek “Cenabı Hak müsaade eder mi böyle bir şeye?​”
Biz  adamın saflığına-cahilliğine vermiştik bu tür konuşmalarını...
“Gözümüzün önünde indi işte, fotoğrafları var, filmleri gösterildi” demiştik. Sonra anladık ki, amca bir itirazda bulunuyor, ABD’nin doğruyu söyleme konusunda güvenilmezliğine işaret ediyor. Bizim o tarihlerde inandığımız Ay’a iniş konusunda hâlâ tartışmalar var, biliyorsunuz.
Mars’a inişin fotoğraflarını da gördük. 1969 yılındaki tartışmayı hatırladım yine…
Ben o zaman da verilen bilginin doğruluğuna inanmıştım, şimdi de o inançtayım. Ama Merak’ı merak etmiyor değilim. O zamana göre daha çok soru soruyorum, daha temkinli ve şüpheciyim de…
08.08.2012
Evet, hayat dediğimiz şeyin içinde bu da var: Merak…
Geçenlerde kısacık bir  tatil yaptım. Dört ya da beş yaşındaki bir çocuk, sürekli soru soruyordu.
-Bu ne? Senin adın ne? Yüzme biliyor musun? Benim oyuncaklarım var. Senin var mı? Oynayalım mı? Köpekler kimin? Sen salıncakta sallanmasını biliyor musun? Senin oğlun var mı? Adı ne?
Bilme sürecinde merak önemli bir durak. Hayatın içinde başka şeyler de var. Durumlar var. Yaşama durumları da diyebiliriz.
Yalnız ve kimsesiz olduğumuz; evsiz, barksız, yurtsuz, hasta olduğumuz durumlar… Parasız, pulsuz, işsiz olduğumuz durumlar. Sakın düzen değişince düzelecek bunlar demeyin bana. Ben insanım ve ihtiyaçlarım var. Tamam düzeni değiştirelim, ama bugüne dair de bir şeyler söyleyin bana.
Hemen bugün, şu anda. Karnımın doyması için işe ihtiyacım var. Çalışamaz durumdayken düzenli bir gelire ve sağlık, iletişim, ulaşım ve sanatsal ihtiyaçlarım için olanaklara ihtiyacım var.
Ben, ben derken, mesela nüfusun yüzde 12’si engelli. Onu kastediyorum. Düzenin engelli oluşu benim derdim. Sonra ben nüfusun yarısı olan kadınların neden taşınmaz mülkiyetinin yüzde birine bile sahip olamadığını sorgulamak istiyorum. Genel olarak ise bir şeye sahiplik bakımından mülkiyetin yüzde 10’una sahipler… Yani kadınlar var mıdır gerçekte, devlet ve toplum bakımından soruyorum, var mıdır?
“Kadının adı yok” demişti ya Duygu Asena, hakikaten adı da yok kendisi de…
Var mı?
Ben varım dedi çok sevdiğim bir arkadaş, telefonda.
-‘Ses olarak duydum’ dedim, ‘Ama sen gerçekten var mısın, bence bu soruyu sen de sor kendine!’
-Var mısın?
Perşembe’ye yayımlanacak bu yazı gazetede.
Sonrası…
Sonrası, geçen hafta çok güzel bir  dostumuz vardı hayatta: Naci Temeltaş… Gitti…
Edip Cansever gibi söylemek lazım.. “Sonrası kalır…”
Eyvallahımız da olmayabilir… Cemal Süreya’ca bir  tavır alabiliriz.
-Üstü kalsın.

evrensel.net

Evrensel'i Takip Et