11 Temmuz 2012 10:45

Almanya’da salı günü önemli bir dava vardı. Federal Hükümetin, hem Federal Meclisten hem de Eyaletler Meclisinden, “Avroyu kurtarma” adı altında geçirdiği Avrupa Mali Disiplin Paktı ve Avrupa İstikrar Mekanizması (ESM) kararlarına karşı çeşitli inisiyatifler ve partiler, Karlsruhe’deki Federal Anayasa Mahkemesine başvurarak, halkın ve ülkenin çıkarına olmayan bu kararların ithal edilmesini istediler.
Yani; “Avroyu kurtarma” adına alınan kararların halkın ve ülkenin çıkarına aykırılı olduğu dile getirilerek, Anayasa Mahkemesi göreve çağrıldı.
Bu nedenle, 1 Temmuzda AB çapında yürürlüğe girmesi planlanan ESM, mimari durumundaki Almanya’ya takılmış bulunuyor. Çünkü, her ne kadar hükümet ve meclis tarafından kabul edilse de cumhurbaşkanı tarafından imzalanmış değil. Bu nedenle de gecikmeli yürürlüğe gireceği kesinleşmiş bulunuyor.
Başka bir değişle, diğer ülkelere AB Zirvesi’ne alınan kararların hayata geçirilmesi için baskı yapan Angela Merkel ve hükümeti, kendi evinde baş savunuculuğunu yaptığı kararı çıkarabilmiş değil. Bu açıdan Anayasa Mahkemesinin ne diyeceği sadece Almanya ve Merkel için değil, bütün AB için büyük bir önem taşıyor. Hükümetin aleyhine bir kararın çıkması durumunda bu sadece Merkel’in yenilgisi olmayacaktı, aynı zamanda AB düzeyinde izlenecek politikalar açısından önem kazanıyor.
Gün boyunca tarafları dinleyen Anayasa Mahkemesi, kararını beklenin aksine hemen açıklamadı. Durumun oldukça karmaşık olduğunu söyleyen mahkeme başkanı Andreas Voßkuhle, hem AB’nin entegrasyonu engellemeyecek hem de Anayasayla teminat altına alınan Almanya’nın bağımsızlığına gölge düşürmeyecek bir kararın verilmesi gerektiğini söyledi.
Nasıl olacaksa...
Çünkü, Mali Disiplin Paktı’nın kendisi tek tek ülkelerin bütçesinin ulusal parlamentolar ve hükümetler tarafından değil, Brüksel’deki AB kurumları tarafından yapılması ve kontrol edilmesini öngörüyor. Dolayısıyla, bir ülkenin kendi bütçesini yapması teorik olarak söz konusu olsa da pratikte mümkün görünmüyor.
Alman Anayasasına göre bir ülkenin bağımsızlığının önemli göstergelerinden birisi bütçesinin kim tarafından yapıldığıdır.
Hal böyle olunca da, mahkemenin işi gerçekten de zor. Daha önce yorum farklılıklarıyla duruma göre verilen kararlarla işi kurtarmak, bu kez gerçekten de zor. Bu nedenle mahkeme, zamana ihtiyaç duyduğunu belirterek kararı üç hafta içerisinde açıklayacağını duyurmakla yetindi. Bu elbette, Alman Anayasa Mahkemesinde AB’yle alınmış ilk karar olmayacak.
Daha önce açılan benzer davalarda, AB’nin aldığı kararların Alman Anayasası ve Alman Meclisinin üzerinde olmadığı yönünde karar verilmiş, “egemenlik hakları”nın Brüksel’e devredilmemesi konusunda uyarılar yapılmıştı.
Hatta, AB’nin gelecekte “federal bir devlet” halini almasına dahi kırmızı ışık yakılmıştı.
Böylece, kimi Alman gazeteleri Federal Anayasa Mahkemesini ve onun başkanını bile “Avrupa karşıtı” olarak ilan edebiliyorlar. Salı günkü duruşma öncesinde hükümet cephesinden yapılan açıklamalar, tam anlamıyla mahkemeyi kuşatmaya yönelikti.
Gazetelerin çoğu, mahkeme kararının AB düzeyinde alınan kararları etkilemesi durumunda, avro ve AB’nin dağılmasının sorumluluğunun Federal Anayasa Mahkemesinde olacağının propagandasını yaptı.
Meclis Başkanından Maliye Bakanına kadar herkes önceden uyarılarda bulunarak, Avrupa’nın özel bir dönemden geçtiğini dile getirerek, felaket senaryoları çizerek, hükümetin istediği yönde bir kararın çıkmamasının çok kötü sonuçlara yol açacağının propagandası yapıldı.
Mahkemede hükümet adına savunma yapan Federal Maliye Bakanı Wolfgang Scheauble daha da ileriye giderek, mahkemenin olumsuz bir karar vermesi durumunda piyasaların bundan etkileneceğini ve ekonomik açıdan büyük sorunlara yol açacağını söyledi. Yani; işin hukuk ve demokrasi boyutundan çok ekonomik boyutu onu ilgilendiriyordu ve kararın da ekonominin çıkarlarına göre verilmesini istedi. Hakimlere nasıl karar almaları gerektiğini tarif etti.
Bu nedenle, ülkenin en yüksek yargı organının hükümetin ve sermayenin büyük bir baskısı altında katlığını söylemek pek de yanlış olmayacaktır.
Bu durum aynı zamanda, Avrupa’da “yüce hukuk”un da AB’nin egemen güçlerinin çıkarlarına feda edildiği anlamına geliyor. Krizle birlikte zaten bazı “demokrasi” zaten rafa kaldırılmıştı. Hatırlanacağı gibi Yunanistan ve İtalya başbakanları Brüksel tarafından görevden alınmış, yerine daha önce AB’nin kurumlarında görev yapan bürokratlar atanmıştı.
Şimdi de, yargı AB ve avronun çıkarları gereğince yoğun bir baskı altına alınmış ve buna aykırı hareket edilmemesi isteniyor. Bu nedenle, Almanya’da da görüntüde “bağımsız” görülen yargının bağımsızlığının esamisi okunmuyor.
Özetle; Federal Anayasa Mahkemesi tarafından verilecek nihai kararda yazılı maddelerden çok politik ve ekonomik çıkarlar belirleyici olacağını bugünden söylemek olanaklı.

evrensel.net

Evrensel'i Takip Et