23 Haziran 2012 10:02

Haşlanan kurbağa sendromu

Haşlanan kurbağa sendromu

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Derler ya, alışır insan. Alışıyor gerçekten. İyiye de kötüye de. Üniversite sınavında yıllardır hayalini kurduğu okulu kazanan bir öğrenciyi düşünün. Sınav sonuçları açıklandığı anda tüm dünya onundur. Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak diye düşünür, sonunda rahata erecek, hayallerindeki okula kavuşacaktır. Çok değil bir yıl kadar sonra ise aynı öğrenci final sınavları için ter dökerken şimdiden üniversitenin bitmesi için gün saymaya başlamıştır. Şu okul bir bitse, artık hiçbir şey eskisi gibi olamayacak diye düşünür. Başladığı noktaya geri dönmüştür.
Bireylerin gelir seviyesi ile mutluluk seviyesi arasındaki ilişkiyi ölçmeye çalışan akademik çalışmalarda iki değişken arasında eş yönlü bir korelasyonun tespit edilemediğini görülüyor. Easterlin paradoksu olarak da adlandırılan bu durumun temel nedenlerinden biri ise hedonik uyum. Bireylerin artan tüketim seviyesi kısa vadede mutluluğunda bir artış yaratmakla birlikte uzun vadede tıpkı bir koşu bandında gibi ilerledikçe aynı seviyeyi korudukları görülüyor. Büyüyen ev, yenilenen araba, televizyon, cep telefonu vs. uzun vadede bireylerin öznel mutluluk değerlendirmesinde değişiklik yaratmıyor.
Hedonik uyuma dönük araştırmalar maddi koşullardaki değişim ile sınırlı değil. Örneğin Almanya’da kadınlar arasında yapılan bir anket evlilik sürecinde artan yaşam tatmin seviyesinin evlilik sonrasındaki 2 yıl süresinde başlangıç seviyesine döndüğünü gösteriyor.
Araştırmalar bireylerin olumsuz durumlara da zamanla adapte olduğunu ortaya koyuyor. Dullar arasında yapılan bir araştırma eşinin ölümü ile yaşam tatmin düzeyleri sert bir şekilde gerileyen bireylerin ortalama 3 yıl içerisinde başlangıç tatmin seviyesine ulaştığını gösteriyor.
Adaptasyon yeteneği insanoğlunun on binlerce yıl içerisinde değişen yaşam koşullarına uyum sağlayarak varlığını sürdürebilmesinin başlıca nedenlerinden biri kuşkusuz. Dayanılmayacağını öngördüğümüz acılara katlanmamızı sağlayan, en büyük darbelerden sonra dahi ayağa kalkıp yaşama tutunmamızı sağlayan belki de en temel etken. Ama olumsuz yönleri de yok değil. Hele ki toplumsal sonuçları düşünüldüğünde...
Adaptasyon konusunda en sık referans verilen anekdotların başında geçerliliği günümüz biyologları tarafından çokça tartışılan bir kurbağa deneyi gelmektedir. Deneyi kısaca özetlersek. Canlı bir kurbağanın içinde kaynar su bulunan bir tencereye atıldığında hemen zıplayarak canını kurtardığı gözlemlenmektedir. Diğer yandan, kurbağa oda sıcaklığında bir suyun içine konulduğunda ve tencere yavaş yavaş ısıtıldığında kurbağa ısı değişikliğine kendini adapte ederek farkında dahi olmadan kaynatılarak ölmektedir.
Haşlanan kurbağa sendromu son yıllarda ülkemizde AKP iktidarı altında yaşanan sosyoekonomik dönüşümü anlamamamız açısından da çok önemli dersler içeriyor. Çok değil, 2 yıl kadar önce Başbakan ülkenin dört bir yanında “ileri demokrasi” nutukları atıyordu. Ahmet Kaya, Erdal Eren, Diyarbakır cezaevi diyordu. 12 Eylül ile hesaplaşmaktan bahsediyordu. Bazı aydın ve “sol” çevreleri için bu kadarı yetti de arttı bile. “Yetmez ama evet” söylemi hükümete dönük demokratik dönüşüm beklentisini besledi, iktidar partisinin; yargı sistemini, hegemonyasını geliştirecek şekilde yeniden yapılandırmasının kapılarını açtı. Medyadaki muhalif seslerin birbiri ardına susturulduğu, gazetecilerin, akademisyenlerin tutuklandığı, her türlü toplumsal gösterinin güç kullanılarak bastırıldığı 2 yıl içerisinde bu çevrelerin “demokratik anayasa” beklentileri yerini kaygılı bir bekleyişe bıraktı. İleri demokrasinin çirkin yüzü belirginleştikçe “yetmez ama evet” sesleri cılızlaştı, toplumun farklı kesimlerinden yükselen “yeter artık” haykırışlarının arasında kaybolup gitti.
Bugün geldiğimiz noktada yakın zamana kadar sürtüşme yaşadığı orduyu, yüksek yargıyı ve yüksek öğrenimi tümüyle kontrol altına almış bir iktidarla karşı karşıyayız. Medyadaki ayrık otlarının da temizlenmesi ile birlikte muhalif sesler 12 Eylülden bu yana hiç görülmemiş boyutta cılızlaştı.  Sıra muhalif fikirlerin gelecekte yeşerme olasılığını dahi ortadan kaldıracak, gelecek nesillerin özgürce kendi hayat görüşlerini oluşturmasını imkansız kılacak hamlelere geldi. Hükümetin dindar nesiller yetiştirme söylemi, eğitim sistemine, kültür ve sanat yaşamına müdahaleleri hali hazırda seslendirilemeyen düşünceleri gelecekte “düşünülemez” kılma çabasının ürünüdür.
Haşlanan kurbağanın kaderini paylaşmamanın yegane yolu bizlere dayatılan gelecek projesini görmekten ve  yaşamın farklı alanlarında sürdürdüğümüz varolma mücadelesini birleştirmekten geçiyor. Yoksa su  giderek ısınıyor.

evrensel.net
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...