16 Haziran 2012 15:37

Eşofmandan tahrik olsun normalleşsin!

İstanbul Fatih’te, pazar günü iş yerine giderken üzerinde eşofmanla otobüse binmek istemiş Yağmur Yılmaz. Otobüsteki bir grup çarşaflı kadın ile sarıklı-cübbeli erkek “Bizi günaha sokuyorsun” diyerek genç kızın otobüse binmesini engellemişler. Ne otobüsün şoföründen ne de diğer yolculardan tık çıkmış. Fatih malum, tarikatların, cemaatlerin kendilerine rahatlıkla yaşam alanı oluşturduğu bir semt. Dolayısıyla destursuz girilmez! Bu semt muhafazakar aşırılıkların en yoğun yaşandığı nevi şahsına münhasır bir yer olmuştur hep. Şimdi görülüyor ki genel muhafazakarlaşma arttıkça Fatih’teki doz da bununla doğru orantılı artıyor. O yüzden denebilir ki orada bugün eşofmandan günaha girdiğini ve bundan genç kadının sorumlu olduğunu söylemeye cüret eden birileri çıkıyorsa bunun başka yerlerde de sık sık tekrarlanacağını beklemek gerekiyor. Çünkü Fatih arzu edilen toplumun tamamlanmış resmidir. Çünkü ayrıca otobüsteki cüret teşvik ediliyor.
Geçenlerde partisinin grup toplantısında konuşan Başbakan Erdoğan şunları söyledi: “Seçkinlerin, belli zümrelerin çoğunluğa hükmettiği, baskıyla aldığı kararları uyguladığı bir ülke oldu Türkiye. Belli yaşam tarzlarına zorlanırken tercih ve özgürlükler ortadan kaldırılmış… Millete tepeden bakanlar millete dayatmacı olmuştur. Şimdi bunlar farklı yaşam tarzlarının görünür olmasından rahatsızlık duyuyorlar. Kendi yaşam tarzları tehdit altındaymış gibi diğerlerini tehdit olarak gösteriyorlar… Yıllarca ötekileştirilen horlanan ve dışlanan insanların eşit yurttaşlar haline gelmesi farklı yerlere çekilmemeli; yaşanan sadece ve sadece normalleşme sürecidir. ” Erdoğan kendi hükümetinden önceki dönemleri eleştiriyor burada ama alıntının ilk bölümündeki her şey, kendi hükümeti döneminde yaşananlar için aynen söylenebilir. Bunu hep yaptı Erdoğan, geçmiş dönemlerde yaşanan baskıları eleştirerek kendi baskı ortamını kurdu üstelik bunu toplumsallaştırmak için elinden geleni esirgemedi. Bir kesimi diğerine karşı kışkırttı. Bunu kah dindar ve kindar bir nesil yetiştirmek istediğini söyleyerek kah, başka din ve mezhepten yurttaşları yok sayıp “tek din” vurgusuyla yaptı. Bu kavramları kullanırken de nasıl bir toplum yaratmak istediğini ziyadesiyle açık anlattı.
Diğerlerini bir kesime tehdit olarak gösteren, bir kısmını asli yurttaş sayıp gerisini “ötekileştiren” asıl bu hükümetin kendisidir oysa ki. Buna rağmen Başbakana sorsanız kimsenin yaşam tarzına karıştıkları yok. İsteyen istediği gibi yaşayabilir! Öyle mi peki? Yaşam tarzına müdahale, bizzat hükümet tarafından otobüste eşofmana müdahale eden “sosyal güç”ünkünden daha organize, daha ayarlı bir biçimde her gün yapılıyor.
Eyleme katılan bir genç kıza  “Kız mıdır kadın mıdır” diyen bir Başbakan düşünebiliyor musunuz? Evli olmadığı nüfus kağıdında yazılı biri için böyle bir ifadenin kullanılması evlilik dışı ilişki imasında bulunmaktan başka bir anlama gelmez. Başbakan böyle bir imada bulunmuşsa namus bekçilerinin palazlanmamasını beklemek mümkün müdür? Kürtaj yasağı telaffuz edilirken kadınlara ağır hakaretlerde bulunulması da aynı anlama gelir. Eşofmandan tahrik olacak kadar kışkırtılmış bir güruhun kürtaj yasağına karşı çıkan bekar kadınları birer “kaltak” olarak görmemesi mümkün müdür bu durumda? Sonra başkalarının bunu telaffuz etmek için sıraya girmemesi?..
Bu örnekler Hükümetin belden aşağı vuruşları pek sevdiğini gösteriyor. Dini rehber edinen muhafazakarlaşmanın en önemli sosyal düzenleyici ilkesi kadınların günlük hayattaki davranışlarının terbiye edilmesidir ki, bu şimdi pespaye bir söylem ve şiddete ramak kalmış tepkilerle gerçekleştiriliyor. Ve Fatih otobüsündeki sessizlik giderek yurt sathına yayılıyor…
Ama hükümetin on yıllık icraatı boyunca başkalarının yaşam tarzına karışmak adına yaptıkları sadece dini saiklerle yapılanlardan ibaret değil. Emekçiler arasındaki rekabetin bu denli körüklendiği bir dönem olmamıştır bu ülkede. Örneğin eğitim emekçilerinin performans ve “verimlilik” esasına göre ücretlendirileceğinden söz eden bir bakan bal gibi de işinde gücünde bir öğretmenin yaşam biçimini allak bullak etmeye heves etmiş demektir. Herkesi esnek çalışmaya zorlamak, çalışma saatlerini kuralsızlaştırmak, emekçinin kaderini tekellerin istekleri doğrultusunda dönüştürmek de öyledir. Milletin bağına bahçesine HES dikmek, suyunu ormanını satmak, yaşam alanlarını rant kapısı haline getirmek, deprem gibi nazik bir konuyu kullanarak kentsel dönüşüm adı altında insanları yerinden yurdundan etmek yaşam tarzına müdahale etmek değil de nedir?
Bu hükümet kılık kıyafetten, yatak odasına kadar, halkın suyundan ekmeğine kadar, oturuşundan kalkışına kadar her şeye, ama her şeye açıkça müdahale ediyor böyle. Elinin kolunun uzanamadığı yerlerde ise, yolları açılmış ve Fatih’ten fethin keşif gücü olarak kopmuş sarıklı-cübbeli tarif edilenlerin cüreti yetiyor. Ama iş bu kadarla kalsa iyi, önemli olan muhafazakarlaşmanın mahallelere kadar girmiş olması; sakalsız cübbesiz konu komşunun bu gericiliği içselleştirerek birer baskı unsuru haline gelmesi. Ne yazık ki süreç bu yönde işliyor. Halkın kendi kendisini terbiye etmesi murad ediliyor çünkü. Fatih otobüsünde eşofmanlı bir kadının indirilmesine sesini çıkarmamakla başlıyor her şey. Tırsıp sesini çıkarmayan otobüs şoförünün de işvereni AKP’li belediye başkanı zira.
Ve Başbakan yıllardır terane ettiği Müslümanların, kendi hükümeti dönemine kadar “Ötekileştirildiği, baskı gördüğü, itilip kakıldığı” söyleminin meyvesini de almış görünüyor. AKP Hükümetinin ve ona destek veren cemaatlerin taşıdığı demokratik potansiyel üzerine güzellemeler yazanların kulakları çınlasın ki, o cumhuriyet ezilen emekçiler, kadınlar ve yoksullar için hiçbir değişiklik olmadan devam ediyor. Yok böyle dersek yalan olur; görünen o ki, gelen gideni de aratacak durumda şimdi.
Bu bir normalleşmeymiş Başbakanın dediğine göre. Horlanan ve dışlananların eşit yurttaşlar haline gelmesiymiş. Bunu duyan, olan bitene “Fransız” biri sanacak ki Türkiye’de kimse horlanmıyor, dışlanmıyor, “ötekileştirilmiyor ” ve evet, insanların yaşam tarzlarına hiiçç müdahale edilmiyor; “farklı yaşam tarzlarının görünür olmasından hükümet hiç rahatsız olmuyor.”
Bu yalan daha ne kadar söylenebilir bilinmez. Ancak hükümetten uygulamalarından ve söyleminden başlayan ve sosyal hayata kadar yayılan şiddetin ve yaşam tarzını gözetleme halinin fazlasıyla görünür hale geldiğini; bu pilavın da çok su kaldırmayacağını söylemek mümkün. Böyle bir normalleşmeyi bu toprak uzun süre kaldıramaz.
Yalanla da fazla yürünmez. 

evrensel.net

Evrensel'i Takip Et