05 Mayıs 2012 10:31

Fırtınanın çocukları eski mektupları açtılar

Fırtınanın çocukları eski mektupları açtılar

Fotoğraf: Envato

Paylaş

"Unutulmuş işçi marşları ve köylü türküleri gibi çıktılar ortaya; yeni bir dünyanın kuruluşunu haber veren eski mektupları açtılar; kökleri derinlerdeydi…” Onların, Denizlerin, yani bizimkilerin.
Fırtınanın Çocukları adlı belgeselde geçiyor bu sözler. Hem 40 yıl önce idam edilen üç gencin, başlangıcı bundan iki yüz yıl önceye dayanan işçi mücadelesinin mirasçısı olduğunu hatırlatıyor hem de her 6 Mayıs’ta onları anarken unutulan marşların, türkülerin yazılı olduğu eski mektubu açmaya çağırıyor yeniden. Kırk yıl öncesinden gelen bir mektup bu. Açılıp okunduğunda onların, nasıl, hem bir kahraman hem bir sıra neferi ve hem de “suyun ışıltısı ateşin kızılı çeliğin menevişi” olabildikleri daha iyi ve belki bir kez daha anlaşılacak.
ABD’nin Vietnam işgalini protesto eylemleriyle, siyahlara yönelik beyaz ırkçılığa karşı tepkiyle, fabrika ve üniversite işgalleriyle başlayan dünya ‘68’i rüzgarının Türkiye topraklarına direnişler, grevler, toprak işgalleri, üniversite eylemleriyle yayılmasının kısa ama derin tarihi es geçilirse Denizleri Deniz yapan şeyin sadece darağacıyla sonlanan bir kahramanlık öyküsü olduğu sanılacak. Oysa tarih, darağacında sallananın, yeni bir dünyanın kuruluşuna duyulan arzu ve bu arzuyu besleyenler olduğunu gizlemiyor kimseden. 40 yıl önce postaya verilen mektubun doğru okunması bu yüzden önemli.  
Ama eski bir mektup onu okuyanın ruh haline, dünya ile kurduğu ilişkiye, gelecekten beklentisine göre her okunuşunda farklı bir içerik kazanır. 6 Mayıs’a baktığınızda sadece hareketi fitilleyen üç kahraman gencin yok edilişini ya da dünya emek hareketinin özel ve önemli bir dönüm noktasını görebilirsiniz. Tarih sizin olgunluğunuzun düzeyi kadar kendisini anlatabilir size. Daha fazlasını değil. Çünkü eninde sonunda, her dönem, anladığınız kadarıyla tekrar yazacaksınızdır onu. Bugün, kırk yıl sonra, yine bir 6 Mayıs’ta denizleri anacağız yeniden; daha olgun, unutulmuş eski işçi marşlarını ve ezilenlerin şarkılarını hatırlayarak tarihe yeniden bakacağız. Oraya baktıkça o bizim geleceğimiz olacak.
Tarihle derdi olan sadece emekçiler ve diğer ezilenler değil. Tarihçi Profesör Halil Berktay, mensubu olduğu gazetede 1 Mayıs 1977 Katliamı’nın sol içi hesaplaşmanın sonucunda gerçekleştiğini, olan bitenden solun sorumlu olduğunu yazarken de eski bir mektubu boşuna açmadı. Zaten bir süredir üzerine kalem oynattığı, sol hareketin tarihinin Kemalizmle, orduculukla malul olduğu tezlerinin mantıksal uzantısında, bu hareketin kontrgerillacılıkla lekelenmiş olduğu iddiası elbette yer alacaktı. Buna şaşırmamak lazım. Çünkü ideologluğunu yaptığı sınıfın da başlıca kaygılarından biri epeydir tarihin yeniden yazımı.
O sınıf, yani burjuvazi, feodalizme karşı devrimini yaptığı 1789 yılından iki yüz yıl sonra, 1989’da, Berlin Duvarı yıkıldığı andan itibaren kendi tarihsel köklerini masaya yatırdı. 1789 sadece burjuvaziyi değil onun mezar kazıcısı sınıfı da ortaya çıkarmıştı, 1989 ise bu sınıfın, sosyalizmin son kalıntısının da yıkıldığını ve dolayısıyla bu mezar kazıcısından kurtulduğunu sandığı tarihti; sosyalizm fikrinden de kurtulmalıydı. İşçi sınıfını işçi sınıfı yapan fikrin mayalandığı ana rahmine geri dönmek suretiyle işçi sınıfsız bir kapitalizmi yaratmanın mümkün olabileceği hayaliyle çocuk yeniden büyütülebilirdi belki! Laisizm, demokrasi, örgütlenme, sonra refah toplumu, kadın hakları, pozitivizm, aydınlanma vs. pek çok kavram bu elden geçirme işleminden nasibini aldı. 1789’dan başlanırsa eğer, madalyonun bir yanı iptal edilirse yani, diğer yüzünün de; Marksizmin, antiemperyalizmin, işçi sınıfının devrim talebinin de otomatik olarak yok olacağı sanılıyordu. Kavramı, burjuva ideolojisiyle proletarya düşüncesinin ikisinin aynı havuza konulmasıyla elde edilen modernizmin eskidiğinin ilan edilip postmodernizmin selamlanması bu yüzdendi. Dünya yirmi yıldır bu kavramsal operasyonla meşgul.
Think tank kurumlarında, büyük tekellerin fonladığı vakıflarda ve üniversitelerde başlayan bu yeniden tarih yazımı bizde de, ulusal özelliklere uygun bir biçimde yankısını buluyor bir süredir.
Bizdeki tarihi yeniden yazmacılığın iki ana meselesi var; biri Müslümanların cumhuriyet tarihi boyunca siyasi iktidarlar, asker ve diğer devlet kurumları organizasyonları tarafından mağdur edildiği, diğeri de cumhuriyetin kurduğu statüden beslenen solun gerçek muhalefeti temsil etmediği, üstelik ezenlerin safına dahil olduğu. AKP Hükümetinin neoliberal-muhafazakar yeniden yapılandırması için kitlelerin buna inanması lazım, ki iktidarda olanın kendi tahayyüllerinin sözcülüğünü yaptığından emin olsunlar. Emekçilerin henüz, burjuvanın bayrağı altında toplanarak onun çıkarlarının kendi çıkarları olduğuna inandıkları 1789’daki bebeklik dönemine geri dönebilsinler.
Ama 1789 bir andı.
Burjuvanın hem iktidarda hem muhalefette olduğu o an çok kısa sürdü. Mezarını kazacak olan sınıfın nefesini ensesinde hissetmediği bir tek günü bile olmadı ondan sonra. Herkesi bayrağının altında topladığı o kısacık anı yeniden canlandırmak ve sonsuza kadar uzatmak için şimdi ne yaparsa yapsın boş bir çaba olacaktır. Çünkü tarihi sadece burjuvalar yazmaz ve eski mektupları sadece onlar okumaz. Fırtınanın çocukları da o mektupları geçmişten alır ve kendi yöntemleriyle okurlar. Egemen bir sınıfın, ezilenleri dışlamaya çalıştığı tarih sahnesine bedenleri, şarkıları, şiirleri ve sloganlarıyla dalar; fabrikaları işgal eder, meydanları doldurur, barikatlarını kurar, anfileri bayram yerine çevirir, sömürgenlerin hep yok saymaya çalışacakları kendi tarihlerini yazmaya çalışırlar. İş ki, örneğin kırk yıl öncesine dönüp baktıklarında, o zaman geleceklerine gönderdikleri mektubu başkalarının gözüyle okumaktan sakınsınlar.
Büyük biraderin bakışı sanmayalım ki sadece emekçilerin bugününün üzerindedir. O aynı zamanda günün yirmi dört saati bir projeksiyon gibi tarihi tarar; istediğini gölgede bırakıp istediğini aydınlatır. Karanlık ve kör nokta olarak bırakılanlar emekçilerin bugün yaptıklarını anlamlı kılacak, şimdileriyle geçmişleri, geçmişleri ile gelecekleri arasında anlamlı süreklilikler kurmalarına olanak sağlayacak kahramanca anlarıdır. Aydınlatılanlar ise yenildikleri veya dünyanın kötü gidişinden kendilerini sorumlu hissetmelerini kolaylaştıran hataları, tökezledikleri zamanlardır.
Fırtınanın Çocukları adlı belgesel ‘68’e, Denizlere ve yaşadıkları çağa büyük biraderin karanlıkta bıraktığı bir yerden bakıyor. Denizler, dünya emek hareketinin, ezilenlerin sesinin en çok yükseldiği anlardan birinde ortaya çıktılar ve esen yel onları en öne sürükledi. Hem kahramandılar hem de içimizden birileri.
Bu mütevazı çalışma dünya işçi sınıfı için de, emekçiler için de tarih yazımının ne kadar önemli olduğunu bir kez daha gösteriyor.
40 yıl sonra gelen mektubu açtığımızda görüyoruz bunu bir kez daha…
Ve 40 yıl sonra hâlâ Denizlerin yolunda, eski bir işçi marşı ve eski bir türkü olarak kendimizi ve bugünkü eylemimizi geleceğe bir mektup olarak gönderirken “köklerimizin geçmişe bağlı” olduğunu hatırlıyoruz sayelerinde. 

evrensel.net
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...