14 Nisan 2012 08:58

Bilmemeyi seçmek veya durumdan vazife çıkarmak

Bilmemeyi seçmek veya durumdan vazife çıkarmak

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Şimdilerin darbe karşıtı ve “demokrat” Nazlı Ilıcak’ının 12 Eylülde askeri cuntayı desteklediği BirGün gazetesinin manşetinden hatırlatıldıktan sonra Dört Bir Taraf programında tansiyon yükseldi. Ilıcak ve Junior Ilıcak (Nagehan Alçı) BirGün yazarı Enver Aysever’in diğer katılımcısı olduğu bu programda ağızlarına geleni söylediler. Nazlı Ilıcak han’fendileri gazeteye Birgüncük diye hitap etti ve kendi twitter izleyicilerinin, gazetenin tirajından daha fazla olduğunu söyleyerek övündü. Böyle absürd karşılaştırmalar arasında zıvanadan çıkma hali ise Fatsa konusu konuşulurken yaşandı. Ilıcak mealen “Fatsa’ya girip tanklarla manklarla halkın üzerine çöktüklerini bilmiyorduk” dedi, “O zaman bilinmiyordu böyle şeyler.” Biraz daha ileri gitse “12 Eylülde ne olacağını, ne olduğunu bilmiyorduk” diye de devam edebilirdi aslında.
Naziler dönemindeki katliamlar bir bir hatırlatıldığında, Almanlar arasında, kendi sessizliklerine “bilmiyorduk” mazeretini ileri sürenler çok olmuştur. Çünkü gaz odalarını, toplama kamplarını; orada kafile kafile Yahudilerin ve muhaliflerin yakıldığını, işkenceden geçirildiklerini bilmek, insan olan insan için dayanılmaz vicdani bir yüktür ve sizi bir tavır almaya, taraf olmaya zorlar. Taraf olmak ise ağır bedelleri göze almak demektir. Onun için insan bilmiyor olmayı “seçer.” Nazlı Ilıcak’ın Fatsa ile ilgili bir şey bilmediğini iddia etmesi ise böyle bir vicdani yükten değildir; bütün benzerleri gibi o da bir, taraf olduğu için desteklemiştir darbeyi. Çünkü ait olduğu sınıfın bir darbeden nasıl nemalanacağını, dönemin anlı şanlı gazetecisi olarak en iyi o bilir, doğal olarak. 12 Eylül cuntasını desteklemek onun durumdan çıkardığı vazifedir.
Durumdan vazife çıkarmak kavramı literatürümüze 28 Şubat ile girdi malum. 28 Şubat darbesinin mimarları bu darbenin 12 Eylül benzeri bir şey olmasını istemiyorlardı ve bu yüzden silahsız kuvvetler denen basını ve kamuoyunu da sürece dahil ederek darbenin sorumluluğunu sivillere de yayma yolunu seçtiler. Erol Özkasnak’ın deyimiyle postmodern bir yöntemle gerçekleşti darbe. Dünya Bankasının yönetişim dediği bir yönetme modelinin darbe biçiminde tezahürüydü bu. Uzak bir tarih olmadığı için herkes hatırlayabilir; o dönem ekranlardan yoğun bir dezenformasyon kusuluyor, mizansenler yaratılıyor, Goebbels dönemini aratmayan propagandif bir yayın yapılıyor, andıçlar yayınlanıyor, basın yöneticileri brifinglendiriliyor ve böyle bir ideolojik-politik hezeyan ortamında gazetecinin durumdan vazife çıkarması bekleniyordu. Yani 1000 yıl süreceği ilan edilen 28 Şubatı desteklemesi istendi gazetecilerden ve dahası bütün sivil toplum kuruluşları ve kitle örgütlerinden. Basından bir kısım kalem bu akıntıya karşı yüzebildi. Diğer bazıları askerden ödünç aldıkları silahı mürekkep olarak divitlerine doldurup bolca kullandılar. Ki bunların ezici çoğunluğu 12 Eylül darbesi sırasında da durumdan vazife çıkaranlardandı. Her devrin adamı olarak emeklilik yaşlarını geçmiş olmalarına rağmen hâlâ aynı köşelere kurulmayı başarmaktadırlar.
Bir kısmı da, Nazlı Ilıcak gibi yani, 12 Eylülde Evet deyip 28 Şubata Hayır diyen; darbe karşıtlığının prim yaptığı şimdiki dönemlerde geçmiş darbeye evet dediğini de unutup, herkesin de unuttuğunu sanıp, demokratçılık oynamayı seçenlerdir. Ki nereden baksan bu da kendine durumdan vazife çıkartarak her devrin adamı olmak anlamına gelir aslında. Böyleleri sonradan bu durumunu “ben değiştim” diyerek satabilir ama hafızai beşer nisyan ile malul değildir nihayetinde. İnsan hatırlar. Değişenin sadece egemen sınıf politikası olduğunu bilenler; durumdan vazife çıkarmayı telkin eden büyük biraderin (ABD’nin) eskiden “Bizim çocuklar yaptı” dediği darbeleri alkışlayanlar ile 28 Şubattan sonra darbe karşıtı olanların hep aynı vazifeyi ifa ettiğini görürler.
Ama her devrin adamı olurken biraz temkinli olmak gerekir. Yoksa geçmiş hortlayıverir en olmadık zamanda, kendinizi madara olmuş bulabilirsiniz. Bir de Mehmet Baransu gibi olanlar vardır ki; yakında kimlerin tutuklanacağı kehanetinde bulunma hakkını kendilerinde bulurlar nedense. Ve böyleleri, mesailerine devam edebilmek için 28 Şubatın bin yıl süreceği üfürmesinin hakikat olmasını isterler içten içe. Varlık nedenleri budur çünkü. Ama bu dönem de bitebilir, bir gün kendi isimleri de 28 Şubattan sonra inşa olan “sivil dikta”nın kahinlerinden, istihbaratçılarından, destekçilerinden; her ne ise ondan olmaktan dolayı listeye girebilir. Bu kez liste hazırlama işi başkalarına düşer…
Kim kimi avlamış, kim kimi tutuklamış diye konuşulduğunda soluk soluğa okunan bir polisiye roman gibi yakın tarih. Ama o kadar basit değil. 12 Eylülü, 28 Şubatı sorgulayalım, Kenan Evren ve Çevik Bir’i yargılayalım. Eğer bunlar demokrasinin nefes borularını açacaksa ne ala. Ancak önceki günlerde yayınlanan 2011 İHD raporlarında geçen gözaltı, kayıp, işkence, tutuklama sayılarına bakılırsa şu anda yaşananlar 12 Eylülü aratmayacak bir zulüm ortamında bulunduğumuzu gösteriyor. Roboski Katliamı ve Hrant Dink suikastı söz de darbe karşıtı sivil bir yönetim altında gerçekleşebildi, emekçilerin beline vuruldukça vuruluyor, 600 öğrenci hapiste ve üniversitelerde de bir kıyım yaşanıyor. Daha dün kentsel dönüşüm projesini gerçekleştirmek için Dikmen Vadisi ağır silahlarla basıldı ve oradaki halk evlerini boşaltmaya zorlandı. “Gün gelecek devran dönecek AKP halka hesap verecek” diye meydanlarda slogan atan canı yanmışların işaret ettiği devran döndüğünde NazlıIlıcakcakgiller ve juniorları “bilmiyorduk” deme lüksüne sahip olamayacaklar o zaman. Twitter takipçilerinin sol bir gazetenin tirajından fazla olduğunu uluorta söylemenin bedeli de sanıldığı kadar hafif değildir çünkü. Küçük twitler bile memlekette ne olup bittiğini anbean göze sokuyor, görebilene. Durumdan vazife çıkarmak isteyen adam/kadın biraz uzun vadeli düşünse ve her devrin adamı olmanın her devirde geçer akçe olmadığını anlasa hiç fena olmayacak. Demokrasi mücadelesi sürdükçe 28 Şubat bin yaşını görmez. Bugün oturduğunuz koltuk da yarın sizin olmaz; dört bir tarafa savrulursunuz. 

evrensel.net
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...