Eskiden, çok eskiden, bir keçinin boynuna günahları simgeleyen muskalar asılıp keçinin kurban edilmesi, ölüme terk edilmesi, uçurumdan yuvarlanması gibi ayinler yapılırmış. Günahlarından arınmak için hiçbir fedakarlıktan kaçınmayan insanların bize hediyesi günah keçisi kavramı.
Keçiler, Tepenin Ardı'nda da çatışmanın merkezinde yer alan hayvanlar. Emekli ormancı Faik, baba toprağına dönmüş, keçi besliyor. Yetiştirdiği kavaklara zarar verilince de başkalarının keçilerine diş biliyor. Keçi savaşları çok derin. Keçiler besleniyor, kovalanıyor, icabında kurşunlanıyor, kaçırılıyor. Faik'in oğluyla torunları ziyarete gelince de, kesilip afiyetle yeniyor. Askerden döndüğünden beri eskisi gibi olmayan torun Zafer, keçileri arkadaşları gibi görüyor. Keçilerin bunlardan haberi bile yok. Bir günahları yok.
Bugün, Tepenin Ardı günü. Emin Alper'in ilk filminin meselesi, bir tepenin etrafındaki düşmanlığın kaynağını bulup göstermek. Faik ve ailesinin adım adım tepenin ardındaki yörükleri düşman bellemesi, onları keçileri için, onların keçilerini kendi için tehdit görmesi, giderek gerginliği tırmandırıyor. Bir yandan da, filmin bir köye, bir aileye, bir tepeye dair bir şeyler anlatmadığını bir anda fark ettiriveriyor. Birbirleriyle konuşmayı beceremeyen, sorunlarıyla yüzleşmeyen, dertleriyle uğraşmayan ailenin erkekleri, nasıl biriktirip biriktirip bir anda saldırganlaşıyorlarsa, öyle.
Her şey keçilerin gözü önünde cereyan ediyor.
İnsanlar ise, gerçekten yaşadıklarının farkında olmaktan o kadar uzaklar ki, düşman yörükler miti nasıl da inandırıcı geliyor, çarpık zihinlerine. Bize söylüyor bunu, gözlerimiz keçileri aramasın diye.
Askerliğin travmasını atlatamayan Zafer'in aklında, operasyon haberleri, intikal emirleri uçuşuyor. Bütün aile, görünüşte Zafer'in üstüne titriyor. Ama kardeşi Caner, tüfekle ateş etmeye bir oyun gibi heves edince ona destek olan yine aynı dede. Kimse bunda bir anormallik görmüyor. Baba oğlunun neler karıştırdığı, oğul babanın ne yanlışı olduğunu biliyor, onaylamasalar bile sessiz kalıyorlar, karşı karşıya geldiklerinde de hafiften gözdağı veriyorlar, en fazla. Sonra herkes yoluna devam ediyor.
Taşrayı, boğucu, sıkıcı, hareketsiz bir yer olarak görmeye alıştık son yılların sinemasında. Belki önceye gitsek, cahilliğin, yoksulluğun, acımasızlığın çok fazla olduğu, her dakika bir başka dramın yaşandığı mekanlar olarak hatırlayacaktık. Uçsuz bucaksız bozkırlar, rüzgarla sallanan ekinler, yürümekle bitmeyen yollar, artık hep melankolinin yurdu olacaktı sanki.
Tepenin Ardı'nda öyle değil. Bir tedirginlik, bir huzursuzluk var daha çok. Tepenin ardını bilmemekle başlayıp, bilmediklerini bütün dertlerin nedeni olarak görmeye hemen varabilen ruh halinin en yakıştığı yer orası.
Bilmeye de çalışan yok. Orada, onlar gibi, “bizim gibi” olmayanlar var. Bu örnekte, yörükler. Öyleyse bir yanlışları olduğunu düşünmek kolay. Onlar öyledir çünkü.
Son yıllarda gördüğümüz filmler içinde belki de Tepenin Ardı'na en yakın olanı Seren Yüce’nin ismiyle müsemma filmi Çoğunluk. Bu da bir erkek hikayesi, bir ezen ulus hikayesi. Bir egemen sınıf hikayesi. Orada, oncacık tepenin etrafında. Bir küçük köyden çıkarak, memlekete, dünyaya, düne, bugüne dair, gayet sade ve çarpıcı bir söz söylüyor, Tepenin Ardı. Kendine benzemeyenle, ötede olanla düşmanlaşmak marifet değil diyor. Ama savaşa yürüyenlerin trampetleri çalarken bunu duyurmak kolay değil.
Tüm oyuncuların verdiği his önemli ama Tamer Levent'in Faik'inin kendini kurnaz sanan hali olmasa, tepenin berisi bu kadar net ortaya çıkamazdı. Geniş planlardan birden yakına gelmesinin yarattığı tedirginlik de bunu beslemeyi başarıyor.
Film akla, Haneke'nin görüntüleri ve atmosferiyle etkileyici son filmi Beyaz Bant'ı getiriyor. Onun faşizmi bir küçük köyde görmesinde, aileler arasındaki ilişkilere, çocukların yetişme tarzına bakarak faşizmin sonraki yıllarda yükselişini anlamlandırmasında, tartışılır bir bakış vardı. Tepenin Ardı'nın alegorisi ise, memleket ile tepe arasında bir neden sonuç ilişkisi kurmayıp, tepe mi memleketten, memleket mi tepeden çıkar diye sormaması. Ona bakınca, ötekini görmeye çağırıyor daha çok.
Berlin Film Festivali'nde Caligari dahil ödüller alan film, İstanbul Film Festivali'nde de yarışıyor. Bugünkü galadan sonra, düşmanlıkları, günah keçilerini, erkekliği ve filmin diğer sorularını tartışmaya bekliyor.
9 Nisan 2012 11:53
DİĞER YAZILARI
Androidler üç boyutta ne düşler?
6 Ekim 2017
Yedi kişilik oyun
1 Eylül 2017
Erkeklere gününü gösteren pehlivan
18 Ağustos 2017
Etkili ama bilinmeyen bilim kurgu
28 Temmuz 2017
Zombilere karşı iki tutum
21 Temmuz 2017
Maymun nasıl maymun oldu?
14 Temmuz 2017
Sürüden ayrılanı kamera kapar
7 Temmuz 2017
Ey ruh, sen kimsin?
30 Haziran 2017
Karanlık Çağ’da vampirlere karşı
8 Haziran 2017
Genç Karl Marx: Bir başlangıç
19 Mayıs 2017
evrensel.net
Evrensel'i Takip Et