Yusuf, mayına basan babasının yanına ulaşmaya çalışır. Yerde yatan Hıdır, oğluna gözleriyle mayınsız noktaları işaret eder ki, belki de son kez birbirlerine sarılabilsinler. Öncesi de var tabii. Hudut köyünden bir genç adam Hıdır, zaten ömrü kaçakta, mayınlar arasında, çatışmada geçmiştir; bazen askerle, bazen rakip kaçakçı çeteleriyle. Belki şuursuzlar kolaya kaçtığını falan sanır da söyler, biz görürüz, yapacak başka iş olmadığından. Toprak verimsizdir, köylüde yoktur, ağa zar zor ikna edilip toprakta yarıcı olarak çalışmaları bile yine ağanın engeline takılır. Okul yoktur, Hıdır köyde okul olsun ister ki Yusuf onun gibi olmayabilsin, kurtulsun.
Ama ne olur Yusuf, yaşamayı başarabilirse? Önce amcasını, sonra babasını kaybetmiş, dünyanın adaletsizliğiyle bu küçük yaşta baş etmek zorunda bırakılmış bir küçük çocuk? Geçen yıl kaybettiğimiz Büyük Sinemacı Lütfi Ö. Akad anısına İstanbul Film Festivali’nde yenilenmiş haliyle gösterilen Hudutların Kanunu, neredeyse yarım yüzyıl öncesinden bu soruyu sorar da, yarım yüzyıldır aldığımız cevaplar, cevap değil.
Yılmaz Güney’in eserinden uyarlanan, Güney’in de başrolünde oynadığı film, bu iki sinema devinin iş birliklerinin başlangıcı. Ama bu kadar da değil sadece, Akad’ın Anadolu’yu esas alan döneminin, Yılmaz Güney’in bir halk kahramanı olarak sinema tarihine damgasını vurmasının da ilk filmi bu; Hudutların Kanunu. Biri insancıl, halkçı bir büyük usta, diğeri kendinden sonra herkesi etkileyen bir devrimci sinemacı. Yüzlerini halka dönmeye huduttan başlamaları, dikkate değer. Bugün Roboski ile, dün 33 Kurşun ile, ondan önce niceleri ile bildiğimiz sönmeyen ateş, kapanmayan yara, çözülmemiş de büyütülmüş bir sorunun, acı görüntülerinden bazıları gibi.
Hududu anlatmanın Kürt’ü anlatmak olduğunu, hududu anlamanın onu anlamak olduğunu, onlar yarım yüzyıl önce bildiler ve sansüre rağmen uzağından dolaşarak söylediler bile. Bugün bunu göremeyenlere, görmek istemeyenlere inattır, Hudutların Kanunu’nun bir anıt gibi dimdik ayakta duruşu.
Sınırın Kürtler için ne demek olduğunu, hâlâ bilmeyenler biraz ustalardan öğrenebilir örneğin. Kürt coğrafyasının bölünmüşlüğünü, konuşulamayan dili anlatmaz film, sansürün el verdiği kadar söyleyecektir. İşsizlik, verimsiz toprak, ağa karşısında elleri kolları bağlanmışlığı, ulusal sorunun başlıca düğümüne, “yok sayılmaya” örnek değilse nedir? Bugün çok daha politik talepleriyle birleşmiş bir halkın değişmesini beklediği çok şey varsa, değişmeyen, hudutlara hapsedilmişliğidir.
Film bize devleti temsilen gönderdiği üsteğmeni ve öğretmeni onaylayarak gösterir, oranın yoksul halkı çalışabilsin, eğitim alabilsin diye uğraşan insanlardır onlar. Askerin önceliği hep kaçağı önlemektir elbette ama “Hıdır kötü adam değil” sözünü etmesi bile halkın karşısında durmayışını anlatır. Akad, asker karakterleri bu kadar olumlamak istemediklerini ama sansürden dolayı buna mecbur kaldıklarını anlatır. Olumlamak bir yana, aslında yönetmenin niyeti, askerin de kaçakçılık sorununun ortağı olduğunu göstermektir. O olmayınca karşımıza kaçakçılıktan kazançlı çeteler ve ağalardan oluşan kötü adamlar çıkar, meselenin sınıfsal yanı filmin merkezindedir. Dönemin toprak reformunun yoğun olarak tartışıldığı, köylü hareketinin de işçi ve gençlik hareketi gibi yükseldiği, toprak işgallerinin yaşandığı bir dönem olması da düşünülünce, kaçakçılık “kaderini” topraksızlığa bağlamanın anlamı daha da büyür.
1966 yapımı sağlam bir toplumsal eleştiri olması, “Onlar cahil olduğundan”, “Kültürleri böyle” falan gibi hâlâ abuk sabuk laflar söylenen bir mevzuda dimdik, kıymetli, güncel kalması önemli. Sansür bir yandan, kaybolmuş parçalar bir yandan çok eksiğiyle bile politik derinliğiyle böyle bir başyapıt olduğunu bugün de hissettiriyor.
Hatırlattığı bir konu da, son zamanlarda sinemayı kuşatmak için çıkarılan “Solcular sinemanın yerelleşmesine engel oldu” komedisi. Hâlâ muhalefetteymiş gibi konuşarak iş görmeye çalışan iktidar kafasının sinema alanını ele geçirmekte zorlanınca yarattığı bu bahane, kime inandırıcı gelir, kendileri bilsin. Bu halk yüzünü, bir küçük Anadolu hikayesinden, bugünkü tartışmalarımıza bile ışık tutan Hudutların Kanunu ile açılan kapıdan yükselen Akad’a, Güney’e, onların öğrencilerine çevirdi çoktan.
2 Nisan 2012
DİĞER YAZILARI
Androidler üç boyutta ne düşler?
6 Ekim 2017
Yedi kişilik oyun
1 Eylül 2017
Erkeklere gününü gösteren pehlivan
18 Ağustos 2017
Etkili ama bilinmeyen bilim kurgu
28 Temmuz 2017
Zombilere karşı iki tutum
21 Temmuz 2017
Maymun nasıl maymun oldu?
14 Temmuz 2017
Sürüden ayrılanı kamera kapar
7 Temmuz 2017
Ey ruh, sen kimsin?
30 Haziran 2017
Karanlık Çağ’da vampirlere karşı
8 Haziran 2017
Genç Karl Marx: Bir başlangıç
19 Mayıs 2017
evrensel.net
Evrensel'i Takip Et