24 Aralık 2011 14:29

Krizi fırsata dönüştürmek

Krizi fırsata dönüştürmek

Fotoğraf: Envato

Paylaş

2011 yılının ekonomi gündemi büyük ölçüde AB ülkelerinde yaşanan borç krizi tarafından belirlendi. 1929 Büyük Buhranı da ABD’den başlayarak Avrupa’ya sıçramış, Avrupa ülkelerinde devreye sokulan korumacı politikalarla birlikte uluslararası ticarette büyük daralma yaşanmış ve sonrasında ABD ekonomisi ile birlikte kapitalist dünya ekonomisi de şiddetli bir krize sürüklenmişti. Kapitalist dünya diye vurguluyoruz çünkü aynı dönemde Sovyet ekonomisinde benzeri görülmemiş bir büyüme yaşanmıştı. Kapitalist Batı dünyasında önceleri üstü örtülmeye çalışılan bu ekonomik başarı ilerleyen yıllarda yurt içi tasarruf oranının yükseltilmesini ve devlet müdahelelerini ön plana çıkaran bir kalkınma literatürünün doğmasına da yol açmıştı.
Günümüzdeki ekonomik kriz ile Büyük Buhran arasındaki ortak yönler krizin başlangıç döneminden bu yana vurgulanıyor. Hatta ABD siyasetinde Obama’nın ekonomi poltikaları kadar Roosevelt’in New Deal’ı da yeniden tartışma alanı buluyor. İki kriz arasında kurulan paralellikler haliyle bir kez daha ABD’nin kendisinde başlayan krizi daha ağırlaşmış bir halde Avrupa’dan ithal edebileceği ve böylece daha uzun süreli ve derin bir küresel krizin ortaya çıkabileceği beklentisini doğuruyor.
Şu an için ABD ekonomisinde belirgin bir toplarlanma görünmemesine rağmen Avrupa ekonomisine oranla daha istikrarlı görünüyor. ABD’de özellikle tüketici güven endeksi, tüketim malı siparişleri,  yeni konut satışları ve işsizlik başvurları gibi bazı temel göstergelerdeki yükseliş göze çarpıyor. Avrupa’da ise Almanya ortak tahvil ihracına ayak diredikçe piyasalardaki endişe artıyor, borçlu ülkelerin tahvillerinin üzerindeki risk primi yükseliyor. Faizler artarken ülkelerin borç yükünün çevrilmesi de giderek zorlaşıyor.
Hal böyle olunca, “Avrupa’da kriz” başlıkları gazetelerin ön sayfalarından inmez oluyor. Yaklaşan krizin büyüküğüne ve iflası beklenen AB ülkelerine dair tahminler havada uçuşuyor. Borçlu ülkelerde sert istikrar tedbirleri devreye sokulurken, sosyal devletin son kalıntıları da birbiri ardına tasfiye ediliyor. Geniş emekçi kitleleri ise kriz korkusu ile sindiriliyor. Hanehalkı borçlarının gelire oranının bu denli yüksek olduğu bir ekonomide işsiz kalmayı göze alamayan ücretlilerin büyük bir bölümü uygulanan politikaları çaresizce kabulleniyor. Örgütlü bir direnç göstermekte yetersiz kalıyor. Tarihte benzeri görülmemiş bir krizin kapıda olduğu söylemi ücretlerin baskılandığı, kıdem tazminati vb. kazanımların tasviye edildiği, kamunun eğitim-sağlık harcamalarında kesintilere gidildiği kapsamlı bir dönüşüm için elverişli bir ortam yaratıyor.
Marx 150 yılı aşkın bir süre önce dönemin işçi sınıfı için “zincilerinden başka kaybedecek hiç bir şeyi olmayan” deyimini kullanmıştı. Bugünün işçi sınıfınının ayaklarına çok daha ağır prangalar vurulmuş durumda. Kredi kartı borçları, ev taksitleri, çocukların okul masrafları vs. derken yaşamlar ipotek altına alınıyor. Bütün bunlar bireysel olarak düşünülüğünde sisteme karşı bir başkaldırının maliyetini büyütüyor, ücretli kölelik düzeninin sigortası işlevini görüyor. Yüzlerce yıl içerisinde insanoğlunun sağladığı büyük teknolojik gelişim ve verimlilik artışına rağmen başını sokacak bir ev bulamayanların sayısı giderek yükseliyor. Dünya kapitalizminin kalesi ABD’de evsizlerin sayısı 1 milyona yaklaşıyor. Büyük şehirlerde kaldırımların, dükkanların havalandırma mazgallarının üstleri gecenin ilerleyen saatlerinde dev bir yatakhaneye dönüşüyor. Ekonomi kapitalizm öncesi toplum ile kıyaslandığından baş döndürücü bir hızda büyüyor ama barınma hakkı giderek daha büyük bir ayrıcalık haline geliyor. Yine ABD’de Eylül ayında açıklanan verilere göre 46.2 milyon kişi yoksulluk sınırının altında yaşıyor. Geniş halk kesimlerinin toplam ekonomik büyüklükten aldığı pay hızla geriliyor. Bugün dünya kapitalizmin önemli bir bunalımla karşı karşıya olduğu bir gerçek. Ve her kriz gibi bu kriz de sermaye kesimi açısından örgütlü emeğin tarihsel kazanımlarının geriletilmesi ve kar oranlarını yukarı çekecek kapsamlı bir dönüşümün gerçekleştirilebilmesi için büyük fırsatlar barındırıyor. Böylesi bir ortamda işçi sınıfı basınına düşen görev medyadaki “esas kriz şimdi geliyor” propogandasına pabuç bırakmadan emekçilerin kazanımlarına sahip çıkmak, aşırı üretim krizlerin kapitalizmin içsel bir niteliği olduğunu vurgulamak ve ipoteklerle prangalanmış yaşamlara alternatifsiz olmadıklarını hatırlatmaktır.

evrensel.net
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa