12 Eylül 2011 08:03

Spartaküs ölmez

Spartaküs ölmez

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Andy Whitfield öldü. Geçen yıldan beri dünyanın pek çok ülkesinde efsane gladyatör, köle önderi Spartaküs’ü insanlara tanıtan, sevdiren, konuşulmasına vesile olan dizinin yıldızıydı. Dizinin ‘Spartacus Kan ve Kum’ adındaki ilk sezonunda Spartacus karakterini oynamıştı. Hastalığı nedeniyle ikinci sezonun çekimleri ertelenmiş, bu süre içinde gladyatör okulunun öncesine dair Spartaküssüz bir sezon çekilmişti. Şimdi aynı hastalık, kanser, onu 39 yaşında aramızdan ayırdı.
Whitfield’ın ardından sosyal medyada yazılıp çizilenler, dizinin de oyuncunun da ne çok sevildiğini bir kez daha hatırlattı. Şimdi, üçüncü sezonu, artık Whitfield’ın hastalığı zaten ilerlemişken verilen bir kararla, başka bir oyuncunun Spartacus’ü canlandırmasıyla çekiliyor.
Dizi iki sezondur çok izlendi, çok sevildi. Dizinin teknik kalitesi herkesçe başarılı bulundu, bir de sık sık kavgalı dövüşlü, sevişmeli, kan revan dolu sahnelerinin bahsi geçti. İzleyicinin de böyle sahnelere alıştırıldığını bilsek de, dizinin Spartacus serisinin derinliği ve en çok karakterin kendisinin bu kadar tutup tartışılması için başka bir açıklama gerek.
Öncelikle Roma İmparatorluğu’nun sınıfsal yapısını Spartacus dizisinde bulmak ilginçti. Zenginlerin, köle sahiplerinin yaşamları, sevişme sahnelerine varana kadar apayrı bir asalaklık kültürünü yansıtıyordu. Diğer yanda da gladyatörlerin ve kölelerin hayatları izleyeni öfkelenmeye ve arada iki bin yıl olsa bile bir miktar özdeşleşmeye çağırıyordu.
Bu sınıfsal yapının başarısı için, Howard Fast’ın romanını anmamak olmaz. Dizi de, 1960 yapımı meşhur Spartaküs filmi gibi Fast’ın romanından uyarlandı, film kadar sadık kalmayarak epey serbest bir uyarlama olduysa da ruhunu koruduğu ortada. Fast, Amerikalı bir yazar, tam McCarthy döneminde bu romanı kaleme aldı ve Komünist Parti üyesi olmakla zaten yeterince mimlenmişti, bir de romanın konusu yayınlamasını imkansız hale getirdi. Kitabı kendi bastı. Belki şimdiki diziyle karşılaştırılabilecek bir fenomen olmuş, çok tutmuştu.
1960’ta bu kez, o zaman genç ve yetenekli bir yönetmen olan Stanley Kubrick romanı sinemaya uyarlamak istedi. Büyük bir destanı anlatan görkemli bir yapıt olacaktı bu, yıldız oyuncu Kirk Douglas filmin yapımcısı ve başrol oyuncusu olarak Kubrick’i epey zorladı, film daha çok onun istediği gibi oldu, bunun anlamı, Douglas’ın öne çıkması kadar, romana sadık kalmak şeklinde gerçekleşti. Hatta dizinin senaryosunu yazan Dalton Trumbo, yine McCarthy döneminin kara listesinden bir isim, Douglas’ın ısrarıyla, yıllar sonra ilk kez kendi ismini kullanabildi.
Film de roman gibi, gerçek Spartaküs’ün hayatına dayandıklarından, aslında birer ayaklanma ve yenilgi öyküsü anlatıyorlar, malum. Oysa, onları izleyerek heyecana kapılan ve Spartaküs’ün anısını yaşatan milyonlarca okur, izleyici, bunu bir yenilgi öyküsü olarak algılamadı hiç. Spartaküs, devrinin en büyük köleci imparatorluğuna başkaldırmış, büyük köle isyanının önderiydi, köleliğin ve Roma’nın yıkılmasına doğru belki ilk adımları atan adamlardan biriydi. Bu da bir “devrim şehidi” olarak ezilenlerin yüreğinde yerini korumasını sağladı.
Dizinin ilginç bir farkı var. O zaten ayaklanmanın başarıya ulaştığı, ya da en azından işlerin olduğundan daha kötüye gitmediği günleri anlatıyor, belki şimdilik böyle. Öyle de olsa, umutlu olmak için daha çok neden veriyor, bugünkü kavga için ilham veriyor.
Spartacus dizisinde Andy Whitfield’ı izleyen herkesin aklından çıkmayacak olan, onun da başında sıradan bir Trakyalı köle olduğu. Spartacus, bütün diğer köleler gibi, cesareti, gücü, zekası, kararlılığıyla ve hepsinden önemlisi birlik olmalarından doğan güvenle, Roma’nın sahiplerine bile kafa tutabilmişti.
Daha bu kavga bitmediğine göre, Spartaküs ölmez.

evrensel.net
YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...