17 Aralık 2014 01:10

Delili çok hukuku yok!

Tarih, 17 Aralık 2013. Türkiye Cumhuriyeti’nin en büyük yolsuzluk soruşturması başlatıldı. Soruşturmada kimler yoktu ki; Başbakanın oğlu, bakanlar, bakan çocukları ve hükümete yakın iş adamları... Onlarca isim gözaltına alındı. Soruşturmaya konu olan yolsuzluk miktarı öyle büyüktük ki milyar dolarlarla ifade ediliyordu.

Delili çok hukuku yok!

Bülent Falakaoğlu

Ardından 25 Aralıkta operasyonun ikinci dalgası geldi. Her iki soruşturmaya ilişkin ortaya onlarca ses kaydı, para, para görüntüleri ve ifade ve itiraf saçıldı. Dönemin Halk Bankası Genel Müdürü Süleyman Aslan’ın evinde, ayakkabı kutularında 4.5 milyon dolar ele geçirildi. ‘İmam hatip yapılacaktı bağış parasıydı’ gibi inandırıcı olmayan, çelişkili açıklamalar yapıldı. Yine dönemin İçişleri Bakanı Muammer Güler’in oğlunun evinde yapılan aramada 1.2 milyon TL bulunmuştu. ‘Ev satmıştı onun parası denildi’ fakat hiçbir zaman o paranın ne olduğu kanıtlanamadı.  

Bugün 17 Aralık. O büyük gürültü koparan operasyonun yıl dönümü. Geriye bol belge, bol hukuksuzluk, kocaman bir tartışma, davanın takibinde ısrar kaldı fakat bu yolsuzluktan suçlanan kimse kalmadı. Çünkü, 17 Aralık soruşturması hakkında takipsizlik kararı verildi. Soruşturma adeta sıfırlandı.

Olayın baş kahramanlarından İranlı İş Adamı Reza Zarrab, bakan çocukları ve Halk Bankası
eski genel müdürü dahil 53 şüpheli ‘aklandı.’ “Deliller usulsüz, suç oluşmadı, örgüt yok!” gibi gerekçelerle...

Bir ilk yaşandı aslında. Çünkü iktidar partisi üyelerinin yolsuzluklara bulaşması ilk değil. Dünyada da, Türkiye’de de sayısız örnekleri var. İktidar sözcülerinin ‘darbe’, ‘komplo’ gibi nitelemelerle suçlamaları etkisiz kılmaya çalışmasının da örnekleri çoktur. Ama, gizlice eve girmeye çalışırken değil, bizzat evin içinde yakalanmış kişilerin savcılıklarca aklanmasına tanık olmak bir ilkti.

ADIM ADIM SIFIRLANDI

İktidarın ilk refleksi soruşturmada görev alan polisleri sürgün etmek oldu. Binlerce polis ‘paralel’ denilerek görevden alındı. Emniyet ayağını ‘temizleyen’ iktidar ikinci aşamada yargıya yöneldi.
Soruşturmayı yürüten savcılara dosyadan el çektirildi. Soruşturmaya iki yeni savcı atandı.
Savcının emrinde soruşturma yürüten polislerin soruşturmalar hakkında emniyet müdürlerine yani hükümete bilgi vermeleri zorunluluğu getirildi! (Operasyonlardan Başbakanın haberi olsun” anlamına gelen bu düzenleme Danıştaydan döndü).

Dönemin Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın bizzat kendisinin İzmir ve Adana başsavcılarını arayarak, soruşturmanın kapatılmasını istediği ortaya çıktı. Bakan aramayı kabul etti. Kendisini, “Aramayan bakan mı var?” diyerek savundu.

Müdahale sadece bakanla sınırlı kalmadı. Adalet Bakanlığı Müsteşarı Kenan İpek’in de
İzmir’deki rüşvet soruşturmasını yürüten Cumhuriyet Başsavcısı Hüseyin Baş’ı aradığına dair savcı tutanağı kamuoyuna yansıdı. Tutanakta, müsteşarın savcıdan soruşturmayı durdurmasını istediği yazıyordu.

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının tutumu da şaşırtıcıydı. Çünkü Başsavcılığın, Emniyet Müdürlüğünden 15 Aralık sonrası yapılan dinleme ve fiziki takip işlemlerinin bitirilmesi ve evrakların imha edilmesini talep ettiği ortaya çıktı. Bu operasyonun başlamasıyla birlikte,  suçları örtmeye, delilleri karartmaya yönelik telefon görüşmelerinin çöpe atılması anlamına geliyordu.

Daha önce Adalet Bakanının yetkilerini sınırlayan iktidar, soruşturma sonrası HSYK’yi tamamen bakana bağladı. Adalet Bakanlığı istedi Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) üyeleri değiştirildi...

Sulh ceza mahkemeleri kaldırıldı, yerlerine sulh ceza hakimlikleri kuruldu. Hakimlere geniş yetkiler verildi. Bütün yönetmelikler çiğnenerek, iktidarın rahatsız olduğu bütün soruşturmalarla ilgili savcı ve hakimler “paralel” suçlamasıyla darmadağın edildi.

Ardından bir bir dosyalar kapatıldı.

PARALELİ GÖSTERİP HALKA ÇAKMAK!

Sulh ceza mahkemeleri ‘özel yetkili’ mahkemeler, hakimleri de ‘özel hakimler’ haline getirilerek, DGM’ler, özel yetkili mahkemeler dönemine girilmesiyle sınırlı kalmadı, antidemokratik adımlar.
İnternete düşen yolsuzluk ve rüşvete dair tapelerden rahatsız olan iktidar TİB’e, mahkeme kararı olmaksızın İnternet’e erişimi engelleme yetkisi verildi.

Ardından TİB’i yok edecek, dinlemelerin merkezini MİT yapacak, Türkiye’yi istihbarat devletine dönüştürecek projeler hazırlandı. AKP’li olmayan herkesi vatan haini görmeye kadar gidecek tehlikeli bir sürecin startı verildi.

Yolsuzluk ve rüşvete dair ses kayıtları Twitter ve YouTube üzerinden yayımlanması bu iki ağı suçlu hale getirdi. Başbakan, 20 Mart’ta, “Twitter mivitır hepsinin kökünü kazıyacağız” dedi. Aynı günün gecesi Twitter, bir hafta sonra ise sosyal paylaşım sitesi YouTube kapatıldı.

Artık ensede boza pişirme dönemi!

FEZLEKELER SÜRÜNDÜRÜLDÜ YAYIN YASAĞI GELDİ

Hazırlanan fezlekeler İnternet’ten kaldırıldı. Yayın yasağı getirildi. O fezlekelerde bakanlar hakkında korkunç rüşvet iddiaları vardı. 700 bin liralık lüks saatler, çikolata kutularında gidip gelen milyon dolarlar...

Dört bakan hakkında korkunç iddialar vardı ama haftalarca “Savcılık fezlekesi Meclise mi yoksa Adalet Bakanlığına mı gelecek” tartışması sürdürüldü. Fezlekeler iki kurum arasında pinpon topuna dönerken, 32 klasör 14’e kadar düştü. Şubatta Meclise varan dosyalar 5 Mayıs’ta ancak görüşüldü. İktidar partisi üye bildirimini tam 65 gün beklettiği için komisyonun kuruluşu temmuzu buldu.
O da ne, AKP’li Komisyon Başkanı Hakkı Köylü, fezlekeleri savcılığa geri gönderdiğini açıkladı.
Fezlekeler süründürülüyordu zira, Meclisteki görüşmeler AKP’yi korkutmuştu. Zafer Çağlayan “700 bin liralık saatin faturası ben de” dedi, fos çıktı. Muammer Güler’in, oğlunun evinde çıkan milyon dolarlara ilişkin söylemler kimseyi tatmin etmedi. Erdoğan Bayraktar’ın suskunluğu insanları daha pirelendirmişti. Fezlekeleri kamuoyundan kaçırmak kaçınılmaz olmuştu.

Uzun bir sürüncemede bırakmanın ardından fezlekeler Meclis komisyonuna geri geldiğinde yayın yasağı getirildi. Bu da Türkiye’de ilkti. Geçmişte Tansu Çiller ve Mesut Yılmaz hakkındaki soruşturmalarda yayın yasağı getirilmemişti.

Yayın yasağı saçmalıkların ortaya saçılmasına engel olamadı. Örneğin, Reza Zarrab’ın adamı Abdullah Habbani, Eski Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan’ın kardeşinin banka hesabına yatırdığı 2 milyon 465 bin liranın 3 gün sonra kendi hesabına aktarılmasına ilişkin savunması... Çağlayan, komisyonda verdiği ifadede söz konusu parayı kardeşinden aldığını, Habbani ile kardeşinin ilişkisini bilmediğini söyledi. Çağlayan, 700 bin TL’lik saatin vergi cezasını kendisinin verdiğini iddia etti. Cezayı “tanımadığını” ileri sürdüğü Murat Yılmaz tarafından ödendiğine dair makbuz Hürriyet gazetesinde yayımlandı. Murat Yılmaz, Zarrab’ın adamıydı.

O fezlekelerde büyük bir vurgunun kanıtları, tanıkları, belgeleri var. Dünyaca aranan adamla ileri ticari ilişkiler de var. Var da var. Hesap soran, Meclisteki çelişkili ifadelerin peşine düşen, düşebilen  bir yargı yok!

YÜCE YARGI BUNLAR NE İŞ?

Mesela biliyoruz ki... Hırsızların, kara para aklayıcılarının, rüşvete bulaşanların kullandığı bir  yöntemi fezlekede adı geçenler de kullanmış.

25 tane GSM hattı almışlar. Her birine 1, 2, 3 diye numaralar vermişler. Örneğin 10’dan  görüşelim” denildiğinde hangi numara olduğu biliniyor. Sinyal vermesin diye sim kartı takılmayan, cihazın numarası gözükmesin diye pili çıkarılmış 10 numaralı telefon çıkıyor ve o telefonla görüşme yapılıyor.
Dikkat bu yöntem, MİT ajanı ile hükümet arasındaki görüşmelerde değil... 300 bin İsviçre frankı değerinde saat hediyesi alınan kişi ile yapılan görüşmelerde... Rüşvet içeren konuşmaların geçtiği görüşmelerde kullanılıyor.  

Mesela ses kayıtlarında ‘Evdeki paraları sıfırlayın. Bir kısmıyla villa alın’ deniliyor. Villayı nereden alınacağı söyleniyor ve o konuşmanın ardından bir hafta sonra 27 Aralık’ta 6 adet villa söylenen yerden alınıyor.

17 Aralık’ta İnternet’e düşen ses kayıtlarında TOKİ Başkanı Ahmet Haluk Karabel’e “Kupon arazileri benden habersiz nasıl satarsın?” diye fırça atılıyor. Karabel’in görevden alınmasına yol açan bu değerli arazinin bulunduğu Barbaros Mahallesi madenciler için çıkarılan yasaya eklenen madde ile CHP’li belediyeden alınıp AKP’li belediyeye bağlanıyor.

Kanıt niteliğinde buram buram pis kokular yayılıyor da kanıt arayan yok!

TANIM DEĞİŞTİ VE FETVA GELDİ
 

Önce Dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan yolsuzluğa tanım getirmeye çalıştı. “Yolsuzluk devletin kasasını soymaktır. Biz kasaları doldurduk” dedi.

Türkiye gündemini sarsan 17 Aralık yolsuzluk ve rüşvet soruşturmasını kapatan Savcı Ekrem Aydıner, takipsizlik kararında “rüşvet almak” suçuna yepyeni bir tanım getirdi. Aydıner, rüşvetin sadece menfaat temin edilmesinden ibaret olmadığını belirterek “Menfaat teminini suç olarak düzenleyen rüşvet dışında usulsüz hediye kabulü, irtikap gibi pek çok suç bulunmaktadır” dedi.
İş en sonunda fetva vermeye kadar dayandı. İlahiyat Profesörü ve Yeni Şafak Yazarı Hayrettin Karaman, “Bu sakızı daha ne kadar çiğneyeceksiniz?” başlıklı yazısında, “Elbette yolsuzluk da ayıptır, günahtır ve suçtur, ama bu suç, hırsızlık suçu değildir” ifadelerini kullandı.


Şüphesi olan var mıydı ki?

AKP İktidarının dört ayak üzerine oturan rant-rüşvet ve yolsuzluk ağı kurduğu, her hangi bir operasyona gerek duyulmadan bilinen bir gerçekti.

Birinci ayak TOKİ ve kent rantlarıydı. İki üzerinden nasıl servet dağıtılması, rant paylaşılması, gizli kasalar oluşturulması (rakamı bilinmese bile) gözümüzün önünde cereyan ediyordu.  
İkinci ayak özelleştirmeler ve kamu ihaleleriydi. Yandaş zengin yaratılıyor, yandaşa kaynak aktarılıyordu. İhale kanunun 52 kere bunların rahat yapılabilmesi için değiştirilmişti.
Üçüncü ayak kara para ve altın ihracatıydı. Bankalara altın üzerinden hesap açma yasası getirildiğinde, “nereden buldun?”  diye sorulmayan Türkiye’de düzenlemenin kara parayı aklamaya yönelik bir temizleme makinesine dönüşeceğini ve dönüştüğünü az çok bu işlerden anlayanlar biliyordu. Bilmekle kalmayıp yazıyordu.

Dördüncü ayağı ise medya satın almaları oluşturuyordu. İktidarın dostu sermayedarlar büyük zararları göze alarak medya organlarını satın alıyordu. Dönen çarkın üzerine şal çekilmesi için bu kaçınılmazdı.

Dört bakan tesadüf değildi. Kara para ve altın ticaretinin olduğu yerde elbet de dış ticaretle ilgili bir bakanın ismi bu işlere karışacaktı. Kentsel rantların bol olduğu ülkede bu işlere bakan bakanın adının olması kimseye sürpriz oldu mu? “O bakan ne yaptıysam büyük patronun bilgisi dahilinde yaptım” çıkışına kimse “hadi canım” dedi mi?

Reza Zarrabı Rıza Sarrab yapabilecek, içerde sorun yaşamasını engelleyecek iç işlerden sorumlu bir bakanın adının karışması kimseyi şaşırttı mı?

İstanbul Okmeydanı’daki Okçular Tekkesi’nin bulunduğu alan, ‘açık hava müzesi yapılacak’ adı altında birilerine peşkeş çekildi. Okmeydanı halkı her gün çıplak gözle tanık oluyor bu kıyağa. Böylesi bir durumda, ‘bu alanı şu vakfa verin’ tapesini usulsüz bulan savcının gidip o alanda inceleme yapması yetmez mi bazı usulsüz işlere belge bulması için?

Ya da bazı arkadaşların çelişkili ifadeler vermesi gayet normal değil mi? Mesala İstanbul Valisi Muammer Güler’in oğlu Barış Güler... İsmi, büyük bir rant alanı olan İstanbul Tepeören sınırları içerisinde bulunan devlet ormanının sahte haritalarla imara açılarak parsel parsel satıldığı ortaya çıktığında gündeme gelmişti. Yolsuzluk operasyonunda adı yine gündemde gelince ya ne oluyor neden hep bu çocuk, bu dönüp bakalım demek gerekmez miydi?

Sorulara gerek yok! Bu ülkenin yüzde 70’inin yolsuzluğun olduğuna inandığını araştırmalar söylüyor. Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun Başdanışmanı Etyen Mahçupyan AKP seçmenin büyük bir bölümünün yolsuzluk iddialarına inandığını, rahatsızlık duyduğunu fakat farklı kaygılarla isyan etmediğini vurguluyor.

Aynı Mahçupyan, yolsuzluk dosyasının ilelebet gizlenemeyeceğini ve tatmin edici bir sonuca ulaştırılmaması durumunda uluslararası alanda Erdoğan’ın karşısına çıkarılabileceğini söyledi.
Evet bir gün, bugün susanlar da sorar. Çünkü yolsuzluklarda devlet değil halk soyulur. İş cinayetlerine, çalışma bakanın bile kölelik diye tarif ettiği ağır çalışma koşullarına rağmen yoksullukları her geçen gün artanlar da bir gün o dosyaları açar!

Belki 2023’te belki ondan da yakın!

İşte o gün, ne hükümetin Cemaat ile ortak geçmişleri hakkındaki, “Çok safmışız, bizi kandırmışlar” sözleri taraftar bulabilecek... Ne de, “Yaptığımız her şeyden, attığımız her adımdan Başbakanın haberi vardı” iddiası Cemaat’i masum bir yapıya dönüştürecek.

Bugün cemaate yapılan operasyonlar öteleyebilir ama geçmişteki günah ortaklarını silemez!

Evrensel'i Takip Et